25 Ocak 2010

Bir Gariplik Var Sanki

Kırmızı olmayan bir Ferrari F1 aracı. Vay anasına sayın seyirciler... Ilk Ferrari'nin kırmızı olmadığını bilmiyordum, baya şaşırdım açıkçası

23 Ocak 2010

2010 Sezon Değerlendirmesi - Takımlar ve Pilotlar Pt.3


Eskiler hakkında konuştuk, fikirlerimizi paylaştık. Bir de bu sene aramıza katılacak yeni takımlar var. Grid 10 takımdan 13 takıma çıkarken, Toyota ve BMW'nin çekilmesi ile beraber, yeni takım sayısı da üçten beşe çıktı (Not: BMW Sauber'in burada olmasının sebebi, ilk önce çekilmesi, daha sonra gridde yer alma hakkını baştan almasından dolayı).

Bu takımlardan Sauber hariç hepsi Cosworth motorunu kullanıyor, Sauber ise Ferrari ile anlaştı. O yüzden motor performansı, bu takımların geleceği konusunda önemli bir rol oynayacak. Bir yandan da bu takımlar, kaybedecekleri hiç bir şey olmamasından dolayı, olaya çok daha radikal bakabiliyorlar. Kullanılan yeniliklerin başında da imkanı olanların, araçlarını rüzgar tüneli yerine tamamen CFD yardımıyla dizayn etmesi geliyor. O konuya daha detaylı girmek farz, ileride değineceğiz, F1Racing'in geçen ayki makalesinden de yardım alacağız. Ama takımlara dönelim yavaştan. Bu yazıyı iyi okuyun çünkü aslında bu takımların bütün derdi birbirlerini geçmek, yenilerin en iyisi olmak.

BMW Sauber: BMW spordan çıktı ama Peter Sauber, takımı almakla kalmadı, Almanları takımın isminden de çıkarmadı. En başta Kubica ve Heidfeld'i kaybettiler. Yerine geçen senenin en potansiyel gösteren çaylağı Kamui Kobayashi'yi getirdiler. Sonra da sürpriz bir şekilde Pedro De La Rosa'yı bağladılar. Yani pilotlar bakımından sıkıntı yaşamayacaklarını düşünüyorum.

Ama Ferrari motoru bir muamma. Bir daha ki sene çok kritik olacak benzin harcamaları konusunda tam bir kara delik ve Italyanlar, bunun üstüne çözüm aramalarına rağmen, ne seviyedeler bilinmiyor. Muhtemelen testlerdeki yarış simülasyonlarına kadar da kimse net bir bilgi veremeyecek. Sauber'in, motor sıkıntısını şasi mucizeleri ile aşması da zor gözüküyor. Çünkü geçen seneki BMW, aerodinamik açıdan gridin en büyük hayal kırıklığıydı. Bunu geliştirmek için gerekli kaynak havuzunun, uzun süreli sponsorları Petronas'ın Merc GP'ye geçmesiyle ağır yara aldığı da belli.

Bir konudaki bilgi eksikliğimi sizlerle paylaşıyorum: BMW Sauber, geçen seneki televizyon gelirlerini alabiliyor mu, yoksa Concorde Anlaşmasındaki hakkını kaybedip yeni bir takım olarak girdiğinden dolayı bu gelirden mahrum mu oluyor? Cevap ne olursa olsun, Sauber ve Hinwil'deki ekibin 2008 Kanada'ya dönmesi çok kolay gözükmüyor.

Virgin GP: Öyle bir yeni takım ile karşı karşıyayız ki daha tek tur lastik döndürmeden takımın ismi değişti. Manor GP, Richard Branson'ın gelişiyle resmi olarak Virgin GP'ye döndü. Branson'ın belki de en büyük hayali buydu, o yüzden daha geçen senenin ortasından beri açık açık söylüyordu "sene sonunda Brawn ile olan anlaşmamız bitiyor ve Manor GP'nin isim sponsoru olacağız". Deli Richard, yaptığı işlere yüzde yüzünden aşağısını vermiyor.

Virgin ve Branson'ın olduğu yerde heyecan da eksik olmaz. Yeni bir takımın, yeni bir organizasyonun heyecanına en uygun olan şey de, yetenekli ama hala kendini kanıtlaması gereken iki pilottur. Bu konuyu da ex-Toyota Timo Glock ve ex-Renault test pilotu Luca di Grassi ile hallettiler. Aracı da tamamen CFD ile bilgisayarda tasarlıyorlar. Ayrıca aralıkta Llyods Banking ile de sponsorluk anlaşması imzaladılar. Yani Ingiltere'den kıpır kıpır bir takım daha doğuyor. Yenilerin en iyisi olmaya, benim gözümde, en yakın adaylar.

Lotus GP: Logosundan renklerine herşeyleri efsane Lotus'u hatırlatsa da, bu konu o kadar basit değil. Bir kere aynı Lotus değiller, çünkü bu organizasyonun arkasındakiler Malezyalılar. Ama tam olarak apayrı da değiller çünkü takımın destekçilerinden Proton, bildiğimiz Lotus'un da sahibi. Yani yıllarca alakasız ve tanışmayan ama yeni taşınıp ufaktan kaynaşmaya başlayan iki uzaktan kuzen gibiler.

Bunu aradan çıkardıktan sonra takımın kadrosuna bakalım. Air Asia'nın sahibi ve aktif Twittercı Tony Fernandes, yeni sezon başlayana kadar takım patronu görevine devam edecek. Teknik patron ise başarılı ama huysuz Mike Gascoyne. Bunların yanında takım, iki pilotu birden yarış kazanmış sadece dört takımdan biri. Trulli ve Kovalainen, birer yarış kazanmış olsalar da en azından kazanmanın ne demek olduğunu biliyorlar ve takımı ileriye götürebilecek iki pilot. Aramızda kalsın, neyse ki Malezyalı bir pilot imzalayarak Minardi'nin Alex Yoong ile düştüğü hataya düşmediler. Yoong demişken, o da Lotus'un genç pilot yetiştirme direktörü.

En büyük dertleri para olmasa da Malezyalı dev Petronas'ın, Merc GP'ye sponsor olmasına Sauber kadar onlar da sinirlendiler. Iki taraf da haklı ama ben de olsam ben de Schumacher'e sponsor olurdum. Bunun, Lotus bütçesinde bir yara açtığı kesin. Yine de Fernandes, Virgin Havayollarının sahibi Richard Branson ile iddialaşmaktan geri kalmıyor. Ikilinin iddiasına göre, kimin takımı geride kalırsa, geri kalan patron, diğerinin uçağında hosteslik yapacak. Çok tatsız, çok.

USF1: Yılların Ken Anderson'u ve Peter Windsor'u, kafa kafaya verip Formula 1 takımı kurmaya karar verdiklerinden beri hep iddialı oldular. Amerika bazlı bir takım olmak hiç kolay değil, F1'de yarışabilecek iki Amerikalı pilot daha bile zor. Ama ikili ne de olsa fırsatlar ülkesinden gelmeler, bir şekilde bunu başaracaklarına inanıyorlardı. Ve yaptılar da.

Ama tam olarak ne yaptılar pek bir kişi bilmiyor. Ortada bir pilot yok, araç hakkında çok sınırlı bilgi var, websiteleri bile çok yeni (ilk yatırımcıları Youtube olmasına rağmen). Amerika'da test yapmalarına izin verildi, Ispanya'da bir operasyon üstleri var. Gerisi aslında muamma. Tam olarak bir yeni sezon tanıtım zamanı bile vermediler. Ama yine de onları yerinde ziyaret eden herkes, işlerin yolunda olduğunu söylüyor. Gerçekten enteresan. Haklarında çıkan en son haber, araç dizaynına yepyeni bakış açıları getirmeye çalıştıklarını söylemeleriydi. Acaba 6 tekerlekli Tyrell'leri hatırlatan şeyler mi çıkacak? Ne olursa olsun, bu kampın her yeri soru işareti. Kişisel görüşüm, en başta olmasa da, sezon (veya sezonlar) ilerledikçe buradan enteresan işler çıkacağı.

Campos Meta: Ama belki de asıl muamma burada. Ispanyollar, yeniler arasında bile hiç bir zaman en dikkat çekeni olmadılar. Bir tek, gelecek vaad eden, sihirli soyadı olan Bruno Senna'yı renklerine bağladıklarında gözler onlara çevrildi. Araçları crash test'leri geçmiş, ama Bahreyn'de olmayacaklarına iddiaya giren bir Bernie var. Eğer o bodur, bir şeyi bu kadar çok tekrarlarsa bir bildiği vardır. Zaten son zamanlarda sponsor sıkıntıları (yani para sıkıntıları da diyebiliriz) olduğunu kendileri de itiraf etmeye başladılar. Yani durum sıkıntılı.

Henüz bir pilotları eksik, ama gelen az haberler, içeride çok daha fazla eksik olduğunu söylüyor. Bunun bir işareti de Bruno Senna'nın henüz bugün dolan ikinci Toro Rosso koltuğu için adının geçmesiydi. Demek ki bu kamp sıkıntılı. Kendilerini Bahreyn'de görecek miyiz acaba?

Takımlar ve pilotlar böyle, 3 bölümde anlatmaya çalıştık. Bir de dışarıda kalanlar var. Mesela Quick Nick. Adını belli yerlerde andık ama bugün çıkan haberler kuvvetle ihtimal Merc GP'nin test pilotu olacağına dair. Fena fikir değil, zira Schumacher'in ne kadar devam edebileceği bir soru işareti. Yıllarca da gidebilir, iki yarış sonra bırakabilir de. Oynamaya değer bir kumar. Ayrıca seneye Mercedes, motor sağladığı bir takıma da gitmesini sağlayabilir. Bunun dışında aslında konuşulması gereken bir Stefan GP hadisesi var. Yeni takımlardan biri olmak için başvuran ama kabul edilmeyen, yine de yılmayan, Toyota'nın fasilitelerini ve 2010 araç dizaynını satın alan, sanki Bahreyn'de gridde olacakmış gibi çalışan ve muhtemelen Campos Meta'nın beyaz bayrağı çekeceği günü dişlerini bileyerek bekleyen Sırp F1 takımı Stefan GP.

Bazı yazlar, transfer sezonuna o kadar odaklanıyorum ki, maçlar başlayınca yeteri kadar heyecanlı gelmiyorlar. Bu kış sezonu da Formula 1 için biraz öyle oldu. Umarım yarışlar, off season'dan daha heyecanlı geçer de ekranların başından kalkamayız.

Monte Carlo'yu Hirvonen Kazandı

Canlı canlı ralli izledik sonunda, WRC olmasa da IRC'yi. Monte Carlo, IRC takviminin ilk yarışıydı ve M-Sport, yeni Ford Fiesta S2000'i bu zorlu parkurda denemeye karar vermişti. Aldıkları riske değdi ve Hirvonen, rahat bir birincilik ile Isveç Rallisi'nden önce kendisine ve takımına özgüven aşıladı.

12-14 Şubat'ta karlar altında bu kadar rahat olmayacağı kesin ama artık Loeb'ün hegemonyasını kırma vakti geldi.

22 Ocak 2010

Yeni Araçların Sahnesi

1 Şubattaki ilk testte herkes birbirini tartacak fırsat bulsa da, asıl görsel şov, takımların yeni sezon tanıtımlarındadır her zaman. Tasarruf yapmak amaçlı ortak tanıtım planları suya düştüğünden beri herkes, kendi tanıtım günlerini açıklıyor. Biz de hem kendimize hatırlamak hem de sizlere derlemek amaçlı bulunduralım blogumuzda.

28 Ocak ___________Ferrari
29 Ocak ___________Mclaren
31 Ocak ___________BMW Sauber ve Renault
1 Şubat ___________Mercedes ve Williams
4 Şubat ___________Virgin
10 Şubat __________Red Bull ve Force India
12 Şubat __________Lotus

USF1, Amerika'da tek başına koşacakları testlerde ilk defa kamuoyunun karşısına çıkacaklar. Bu da şubat başına tekabül etse de tam zamanı belli değil. Campos Meta ve Toro Rosso ise henüz bir tarih belirtmediler.

Türkiye Rallisi Parkurları

Dünya Ralli Şampiyonası'nın Türkiye ayağının Antalya'dan Istanbul'a kaydırıldığını yazmıştık daha önce. Bununla ilgili bilgiler de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hatta en önemli bilgi de açıklandı: etaplar. Aşağıdaki haritayı Rally of Turkey sayfasından aldım, orayı da arasıra ziyaret etmenizi ve yeni çıkan bilgileri almanızı tavsiye ederim.

Asfalt karışmış toprak etaplarda görüşmek üzere...

21 Ocak 2010

2010 Sezon Değerlendirmesi - Takımlar ve Pilotlar Pt.2

Serinin önceki yazıları: Takvim, Takımlar ve Pilotlar Pt.1

Ilk bölümde şampiyonluğa oynayan takımlardan bahsetmiştik, bu sefer kuvvetle muhtemel midfield'ı oluşturacak takımları mercek altına alıyoruz.

Williams: Eski günlerini bu kadar şiddetle arayacağını hiç düşünmezdim Williams'ın. Ellerinde Nico Rosberg gibi bir yetenek ve sadece 3 takımda olan çift difüzörle bile son derece silik bir 2009 geçirdiler. O yüzden Sam Michael'ın bugünkü sözlerine şaşırmamak lazım: "2010 aracı, 2009'un evrimi değil, sil baştan yeni bir araç". Başa oynayan bu kadar takım olmasına rağmen araladında Williams'ın ismini anmıyor olmamız, ne hale geldiklerinin kanıtı. Ayrıca bu sene Rosberg'i de kaybettiler. Ama bir Nico gider, bir Nico gelir. Geçen senenin GP2 şampiyonu Nico Hulkenberg, bir çok kişi tarafından üstün kabiliyetli olarak anılıyor. Menajerliğini, Schumacher'in de menajeri olan Willi Webber'in yapıyor olması da ayrı bir işaret. Yanında da Brawn'dan kopan Barrichello var.

Williams'ın 2010 için kaybedeceği çok şey yok, bir başka silik sezon olarak tarihe geçebilir onlar için. Eğer bu trend devam ederse, eski takımlar arasında son sıraya bile inebilirler. Takımda çok soru işareti var ama galiba 2010'a başlarken yaptıkları en iyi şey, Nakajima'dan kurtulmaktı. En azından artık ön kanat giderlerinde ciddi bir düşüş olur. Ne de olsa zaman, tasarruf zamanı.

Aslında, hemen hemen her takımda olduğu gibi Williams'ın da en büyük soru işareti, motoru. Cosworth'ün performansı ve benzin harcaması nasıl olacak? 2010'u siliklikten uzaklaştırmanın en hızlı yolu buradan geçiyor olabilir.

Renault: Adı belki aynı ama aslında bambaşka bir takım izleyeceğiz bu sene. Sezon sonu F1'den ayrılmak isteyen Fransızlar, imzaladıkları Concorde Anlaşması yüzünden kapanarak daha fazla zarar edeceklerini farkedince takımı ve isim haklarını, Belçikalı Genii Capital'a sattılar. Operasyonların başına da Eric Boullier geldi. Buradaki işlerin iyi gittiğine dair ilk işaret Kubica'dan geldi bile aslında. Daha önce menajeri vasıtasıyla takımın gidişatına göre devam edip etmeyeceğine karar vereceğini açıklayan Kubica, daha sonra takımda kalmaya karar vermiş. Bunu takımın iyi yöne gittiğine yoralım, etrafta başka adam gibi boş koltuk kalmadığına değil.

Boş koltuk demişken... An itibariyle griddeki en güzel boş koltuk, Renault'da. Kubica'nın takım arkadaşının kim olacağı belli değil. Burada iki ciddi aday var. Biri, ezelden beri Kubica'nın takım arkadaşı olmuş ve boşta olan Quick Nick; öbürü de geçen sene Hulkenberg'in ardından GP2 ikincisi olan ve peşinden Rus milyon euro'larını getirecek Vitaly Petrov. Buradaki arz-talep dengesi, ciddi şekilde Renault'nun avantajına. Griddeki en az benzin harcayan motorun da sahibi olarak, şampiyonluk adayı dörtlünün arasına karışması en muhtemel takım olarak görüyorum onları. Yalnız Robert Kubica, potansiyel bir podyum anında güzel gözükmek için hızlıca saç ektirmeli. Kafadaki boşluklar hızla büyüyor çünkü.

Force India: Geçen sene Spa-Monza sıralarında Force India, ilk defa patronlarının yatı haricinde bir sıralamada başa oynuyordu. Bu sene, aynı performansı devam ettirmenin yollarını arıyacaklardır. Ne de olsa Vijay Mallya'nın podyum hedefi verdiği Hindistan GP'si yaklaşıyor ama bir dakika, bu hedefe zaten eriştiler. O zaman tamam.

Şaka bir yana, baskının azalması, Force India'nın en büyük artısı. Hem hedeflerine ulaştılar, hem de yepyeni kurallara alışmak zorunda değiller. Bunun üstüne pilot olarak Liuzzi ve Sutil ile devam edeceklerini ekleyince, takım belli bir istikrarı yakalamış oluyor. Şimdi sadece, bu istikrarı puanlara dönüştürmeliler. Bu da bir hayal değil aslında.

Toro Rosso: Bu sene, Toro Rosso için belki de ilk gerçek test. Franz Tost'un takımı, ilk defa RBR ile olan bağlarını resmi olarak koparacak. Ayrıca ellerinde benzin düşmanı Ferrari motoru da var. Yine de, abi takım Red Bull'un masa altından kart geçireceğini herkes biliyor.

Yine de bu sorunlardan çok, takım, pilot tercihleri ile medyada yer alıyor. Scott Speed, Liuzzi günlerinden beri pilotlarını son dakikaya kadar belirlememe alışkanlığı edinen Italya'nın küçük takımı, bu sene de geleneği bozmuyor. Isviçreli Buemi, tek konfirme edilen. Jaime Alguersuari ise kapıda bekliyor. Takımdan gelen haberler, Ispanyol'un aslen bu koltukta oturduğu ama kontratla ilgili pürüzlerden dolayı konfirme edilmediği. Peki Ralf Schumacher ve Bruno Senna dedikodularına ne demeli? Kişisel olarak Alguersuari'nin takımda devam edeceğini düşünsem de bu tip belirsizlikler her zaman sıkıntı olarak geri döner diyorum. Toro Rosso'nun önünde dağınık bir puzzle var ve bu puzzle bittiğinde ortaya nasıl bir şey çıkacağını kimse tam olarak bilmiyor, kendileri bile.

8 takımı geride bıraktık, sırada yeni takımlar var. Daha gride çıkmadan Virgin olan Manor, adına yakışmaya çalışan Malezyalı Lotus, BMW'siz Sauber, her yerinden gizem akan Amerikalılar USF1 ve Bruno Senna'dan başka bir şeyi olmayan Campos Meta sıradaki yazıda.

20 Ocak 2010

Rossi ve Ferrari'si

Doktor'un 46 numarası ile Ferrari'nin kırmızısı. 2006 ve 2008'deki testlerden sonra 2010'da da Ferrari ile testte Rossi, bu seferki geçen seneki şampiyonluğu için Maranellolu'ların yaptığı jest olarak.

2010 Sezon Değerlendirmesi - Takımlar ve Pilotlar

2010 sezonu ufukta gözükürken biz değerlendirmelerimize devam ediyoruz. Ilk bölümde takvime ve pistlere değinmiştik. Sıra takımlar ve pilotlarda, şampiyonluk adayı 4 takımdan başlayalım:

Mercedes GP: Ross Brawn'ın nasıl hayal gibi bir yıl yaşadığına bütün dünya şahitlik etti. Sezon sonu biten bir Honda'nın mirasını, şampiyon bir takıma dönüştürmek, aslında tam Hollywood'luk bir senaryo. Ama bu sefer Brawn, hayal edebileceğinin bile ötesinde bir ödül aldı açıkçası. 2009 başında en büyük yapabilecekleri şey çifte şampiyon olmak gibi duruyordu. Bunu gerçekleştirmekle kalmadılar, bir de sezon sonunda Mercedes tarafından satın alınıp, dünyanın en köklü otomobil markalarından birinin fabrika takımı oldular. Bir de üstüne üstlük, Formula 1 tarihinin en başarılı pilotunu geri getirdiler. Yani masal devam ediyor.

Ross Brawn ve Nick Fry'ın yanında bu sefer Michael Schumacher, Nico Rosberg, Merc ve Petronas var. Yani geçen senenin şampiyon aracında bir efsane ve bir genç yetenek, arkalarında taktiksel deha ve para var. Ben başarı için bir eksik görmüyorum. Bu kamptaki soru işaretlerinin en büyüğü geri dönen Schumi'nin performansı.

Red Bull Renault: Aynen Merc GP gibi, RBR'da da takım arkadaşı çekişmesinin tamamen tatlı olması bekleniyor. Vettel ve Webber, geçen seneyi birbirlerine yardımcı olaraktan son derece verimli geçirdiler ve bu senenin de öyle olmaması için bir sebep yok. Takımın, sezon sonunda, performans bakımından gridin gerisinde olan Renault motorundan, en fazla beygir gücüne sahip Mercedes'e geçmeye çalıştığını ama Mclaren ve Brawn tarafından engellendiğini açıkladı Christian Horner. Aslında bu işlerine de gelebilir 2010'da. Çünkü bilinen gerçek, performans bakımından geride kalsa da, Renault'nun griddeki en az benzin kullanan motor olduğu. 2010'da benzin almanın yasaklanmasıyla bu, çok ciddi bir koz olacak. RBR'ın zaten aerodinamik bir sorunu yoktu, hatta Adrian Newey tasarımı araç, bu bakımdan gridin en iyisi ve F2010'un ilhamı kaynağı.

Yine Renault ile ilgili başka bir soru işareti var aslında. Geçen sene motorlar, fazlasıyla yüzüstü bırakmıştı RBR'ı. Dayanıklılığın hızdan daha önemli olduğu modern F1'de, belki de Vettel'in şampiyonluk için hiç bir zaman ciddi bir şansı olmamasının sebebi de buydu. Yani sonuçta RBR kampının bütün kapıları Renault'ya açılıyor: Motor, yapmasını gerekeni yaparsa Vettel, kendisini favori gösteren Bernie'yi haklı çıkarabilir. Ama öbür türlü, RBR erken havlu atabilir ve Vettel, kendine başka bir takım bakabilir.

Bu arada RBR, şampiyonluk adayı 4 takım arasında Valencia'daki ilk teste katılmayacak tek takım. Bunun yerine vakitlerini rüzgar tünelinde geçirmeye karar vermişler, geçen seneki gibi.

Mclaren: Ingilizlerin medai iftiharı Mclaren, 2010'a Mercedes ile olan ortaklığını azaltmış ama geçen senenin şampiyonunu saflarına katarak başlayacak. Son iki senenin şampiyonu iki Ingiliz, Ingiliz bayrağı altında yarışacak, Silverstone'daki uğultu şimdiden kulaklarımda.

Aslında bu kampta çok bir değişiklik yok bunun dışında. Teknik kadro yerinde, Mercedes motorunun sıcaklığı altında, geçen seneye erken havlu atan takım, elinden geleni yapmakta. Ama buradaki sıkıntı takımın içinden, pilotlarından. Anne ve babanın ardından konuştuğu üçüncü kelime Mclaren olan Hamilton, daha çaylak sezonunda bile son şampiyon Alonso ile boynuz tokuşturmuştu. Aynı derecede politik ve hırslı Alonso, Macaristan pitinde ona cevap vermiş ama takımı arkasında bulamayınca sene sonunda takımdan ayrılmıştı. Şimdiki Hamilton, şampiyonluk tatmış, berbat geçen 2009'da iyi bir performans çıkarmış ve olgunlaşmış durumda. Button ise Honda ve Brawn'da politikaya karışmamış, kokpitime otururum vazifemi yaparım yaklaşımında. Mclaren'e gelerek Lewis'i evinde yenmeye çalışacak. Onu 32 dişle karşılayan Lewis ise taktiklerini belirlemiş, takım içi kulisini çoktan yapmıştır. Onun için menüde yine son şampiyon var.

Sezon öncesi testlerde rengi belli olur ama Mclaren, sezona kötü bir araç ile başlarsa Button, bir daha belini doğrultamaz. Hiç bir zaman sorunları halledebilen biri olmadı zaten, ancak altına iyi bir araç verildiğinde fark yaratabilir. Hamilton ise 2009'daki berbat araçla yarış kazanabilmişti. Bugün 30. doğumgününü kutlayan Jenson'ın bir avantajı var ama: onun temiz sürüş stili, depoların büyüdüğü ve araçların ağırlaştığı 2010'da, lastikleri korumak adına büyük bir artı. Hamilton'ın agresif tekniği ise kendisine eksi. Yani sorular çok burada, olay takım arkadaşlarında bitiyor.

Ferrari: Zıt kardeşi Mclaren ile durumu çok farklı değil Şahlanan At'ın aslında. Çok kötü geçmiş bir 2009 ve patlamaya hazır iki pilot. Kimse 2007 Almanya GP'sinde fazla yakın savaşan Alonso ve Massa'yı unutmadı. Kaynayan Latin kanı da hem takımda hem pilotlarda var, aman dikkat! Yine de iki pilot da, geçen haftaki geleneksel Ferrari kayak tatilinde, aralarında bir sorun olmadığının üstüne basa basa değindiler.

Zaten aslında Ferrari'nin sıkıntısı bu değil. Alonso, gridde Schumacher'i yenebilmiş tek pilot. Ayrıca Schumi'nin rakipleri ile geri dönmüş olmasının verdiği hırs da var. Ama bunlar, ortadaki iki büyük soru işaretini kaldırmıyor: 1- Massa'nın, kazadan sonraki dönüşü nasıl olacak? 2- Ferrari motoru, nasıl daha az benzin yiyecek?

Geçen sene Macaristan'daki kazasından sonra Massa, fiziksel olarak tamamen iyileştiğini söylüyor. F2007 ile çıktığı testlerde de bir sorun hissetmemiş. Peki psikolojik olarak hazır mı? Uzun düzlükler sonunda bir anda içe dalarken, virajlarda lastik lastiğe mücadelede ayağını gazdan çekecek mi yoksa gözünü karartacak mı? Sakatlığının hemen ardından baba olduğunu da unutmamak lazım: Formula 1'de her çocuk, saniyenin yüzde 1'i yavaşlatır derler.

Hadi Massa da OK diyelim, ya Ferrari motoru? 2010'da yasaklanan benzin ikmali en çok Kırmızı'ları vuracak gibi duruyor, çünkü motor, tabiri caizse benzin içiyor. Domenicali, en çok bu konu üstüne yoğunlaştıklarını açıkladı geçen hafta. Peki hangi seviyeye çekebilecekler, bu kampın en önemli sorusu bu. Eğer istenilen seviyeye çekemezlerse Merc ve Renault motorları ile kapışmaları imkansıza yakın. Her startta yer kaybeden Ferrariler, tifosileri kanser eder.

Sırada yenilenmiş Renault, post-Rosberg Williams, artık Red Bull'suz Toro Rosso ve geçen senenin sürprizi Force India var.

19 Ocak 2010

Yeni Ciciler 3

Sauber'de Kobayashi'nin takım arkadaşı, bence sürpriz şekilde, Pedro de la Rosa oldu. Umalım da pistteki performansı, saçları kadar demode olmasın.

Pedro de la Rosa'dan Sürpriz

Bugün Isviçre'nin karla kaplı Alplerinden bir Sauber haberi çıkageldi: Kobayashi'nin takım arkadaşı Pedro de la Rosa olacak 2010'da.

Son dakikada gride girmeyi başaran Sauber'in, yeteneğini gösteren Kobayashi'nin yanına daha tecrübeli birini alacağını tahmin etmek çok zor değildi. Zaten son günlerde Fisichella'nın buraya gittikçe yaklaştığı haberleri de çoğalmıştı. Özellikle Ferrari ile Sauber'in bir süre önce motor anlaşması imzalamaları, bu senaryoyu oldukça mantıklı kılıyordu. Fisichella, Sauber'de yarışırken aynı zamanda Ferrari'nin yedek pilotu olmaya da devam edecek ve Massa'nın durumuna göre belki Italyan'lara da geçiş yapacaktı. Sauber için artısı da tecrübeli bir pilotu saflarına katmanın dışında, motor ücretinde de belli bir indirim olacaktı. Sezon başı Petronas sponsorluğunu kaybeden takım için, böyle bir maliyeti düşürmek de kritikti. Yani o kadar uyan bir senaryoydu ki, benim gözümde olmaması çok zordu.

Yine de kafamı kurcalayan bir nokta vardı. Quick Nick, hala boşta. Merc ile işler istediği gibi olmayınca, yıllarca yarıştığı Sauber'e geri dönüş, iki taraf için de iyi olabilirdi. Sponsor parası olmasa da Peter Sauber-Nick Heidfeld sevgisi bu işi olabilir kılıyordu. Yani Fisichella olmazsa, Nick de plaseydi.

Peki Pedro de la Rosa nerden çıktı? Açıkçası hala bilmiyorum. 38 yaş ile Schumacher'den sonra en yaşlı pilot o. Yanında çok ciddi bir sponsor parası getirmese de, Santander ile ilişkileri, dolaylı yollardan bir miktar getirebilir. Ayrıca son tam sezonunu 2002'de çıkardı, kısaca biraz paslı da diyebiliriz (2006'daki kısa ama verimli periyodu saymazsak). Mclaren'in 7 yıldır test pilotluğunu yapması, bir yandan negatif iken, orada topladığı ciddi teknik yeterlilik ve araç geliştirme becerisi, Sauber'in seçiminde etkili olabilir. Artık BMW'siz araç yapacak takıma ve genç takım arkadaşı Kobayashi'ye yardımı dokunabilir ve zamanı dolunca sorunsuz gidebilir bir aday. Yine de Peter Sauber'in bu seçimine şaşkın olduğumu itiraf edeyim. Hayırlısı diyelim...

Peki kafamdaki sorular: Ferrari, motor sağladığı takıma Mclaren test pilotunun gelmesine ne der? Nick Heidfeld'in çok az seçeneği kaldı, tek ciddi opsiyon da kankası Kubica ile Renault'da buluşmak, bakalım o ne olacak? Uzun zamandır yarışmasa da test pilotluğu yapan Luca Badoer'in, geçen sene nasıl çuvalladığını gördük, aynı şey de la Rosa'nın başına da gelecek mi?

16 Ocak 2010

2010 Sezon Değerlendirmesi - Takvim

Hazır daha testler ve tanıtımlar başlamamışken, 2010'a bir girizgah yapmak için tam zamanı. Bu yazı dizisinde takvim, takımlar ve pilotlar, yeni kurallar ve etkileri hakkında konuşacağız.

Takvim ile başlayalım. Sırası, yarış günleri aşağıda:

14 Mart_________Bahreyn
28 Mart_________Avustralya
4 Nisan_________Malezya
18 Nisan________Çin
9 Mayıs_________Katalunya
16 Mayıs________Monaco
30 Mayıs________Türkiye
13 Haziran_______Kanada
27 Haziran_______Valencia
11 Temmuz_______Ingiltere
25 Temmuz_______Almanya
1 Ağustos________Macaristan
29 Ağustos_______Belçika
12 Eylül_________Italya
26 Eylül_________Singapur
10 Ekim_________Japonya
24 Ekim_________Kore
7 Kasım_________Brezilya
14 Kasım________Abu Dhabi

Macaristan'dan sonra 4 hafta yaz tatili veriyor F1, bu sırada fabrikalar da kapanıyor. Geçen sene takvimde olmayıp bu sene eklenen 2 yarış var. Biri Kore, öbürü Montreal. Kore'yi henüz bilmiyoruz, inşaat halen devam etmekte. Montreal ise yılların eskittiği ama bizlerin izlemekten bıkmadığı pist. Hemen hemen her yarışında güvenlik aracının çıkmasıyla, Şampiyonlar Duvarı, nedense bol diskalifiyeleri ve eşine az rastlanır kazaları ile hevesle beklediğim yarışlardan biridir Montreal Gilles Villeneuve pistindeki yarış.

Geçen seneki yarışların hepsinin de takvimde olduğunu düşünürsek, 19 yarış ile, uzun yılların en yoğun takvimi olacak 2010. Seneye buraya Hindistan GP'sinin ekleneceğini biliyoruz. Türkiye ise sallantıda.

Formula 1 takvimi, çok ciddi pazarlık ve politika konusudur her zaman. Gidilen ülkelerdeki pist koşulları tabi ki önemli ama Macaristan gibi ultra-kötü bir pistin yıllardır takvimde kalmasının sebeplerinden birinin, girişindeki Bernie Ecclestone heykeli olduğunu herkes bilir. Aynı zamanda Formula 1, para neredeyse oraya gider, çünkü takımlar için pazar önemlidir. Ferrari, bu yüzden şu anda Bernie'ye Amerika GP'si için bastırıyor. Çünkü en büyük pazarları. Yine aynı sebepten dolayı daha fazla yarış Uzak Doğu'da ve Orta Doğu-Körfez'de oluyor. Çünkü şu anda para orada. Malezya-Singapur-Çin-Kore, Bahreyn-Abu Dhabi. Bahreyn, geleneksel sezon başlangıcı olan Avustralya'nın yerinde, Abu Dhabi de klasik sezon finali Brezilya'nın. Ayrıca Abu Dhabi pistinin hemen yanındaki Ferrari Theme Park. Hepsi birer işaret Formula 1 takvimi hakkında.

Daha önce Ezeli Ebedi blog'a "Efsane Formula 1 Virajları" diye bir yazı yazmıştım, bu seneki takvimde Fuji hariç hepsi bulunuyor. O da kişisel olarak apayrı bir sevinç konusu.

Yeni araçları görmeden hangi araç hangi piste uyacak bilemiyoruz tabi ki. Ama bir gerçek var ki büyüyen benzin depoları ve buna bağlı yükselen ağırlıklarla Monza'da motorlar, Montreal'de frenler eskisinden çok daha fazla zorlanacak mesela. O yüzden de motoru daha ekonomik benzin kullanan takımlar, her pistte bir adım önde olacak. Heralde şu anda mühendislerin en çok kafa yorduğu alan budur.

Kısacası 2010 sezonunun heyecanları, sıkıntıları, başarıları, şanssızlıkları, hayal kırıklıkları bu sahnede oynanacak. Bundan sonra sırada takımlara ve pilotlara bakmak var.

12 Ocak 2010

2010 Model Ferrari

La Gazetta Della Sport, haftasonu yeni Ferrari'nin ilk detaylarını yayınladı. Çizimler, bu işin dehası olarak gösterilen ve resmi F1 sitesinde de çizim yapan Giorgio Piola'ya ait.

Geçen sene Ferrari'nin hayal kırıklıklarının en büyük sebebi, aerodinamik olarak yeterli olmamalarıydı. Çizimlere göre bu seneki araç, geçen senenin Red Bull'una baya yakın olacak. Çok şaşırtıcı değil gerçi, geçen sezonun RBR'ı, aerodinamik açıdan en başarılı araçtı. Çift difüzör olayı olmasa Brawn-Button yerine RBR-Vettel'i şampiyon görebilirdik, kişisel görüşüm bu. Ferrari'nin alıntı yaptığı yerler özellikle burundaki öne doğru kıvrım ve burnun yanlarının kalkıklığı. Yine de bu sene, benzin depoları en az iki kat büyüyecek ve Ferrari de buna göre değişiklikler yapmak durumunda.

Buraya kadarı zaten haberlerde de var. Yalnız benim anlamadığım kısım şu: Geçen sene benzin depoları çok daha küçüktü, bu sene bu büyüklük ve kilo artacak. Yani lastiklere, özellikle de yarışın başında daha çok iş düşecek, bunu biliyoruz. Yarış boyunca daha temiz sürüş yapanlar, agresif sürenlere nazaran yarış sonunda çok farklı hızlarda olacak. Peki soru şu; RBR'ın lastiklere ısı verişi herhangi bir arabadan farksızdı, yani üstün olduğu yer bu değildi. Ama Brawn'ın tasarımı, lastiklere daha zor ısı veren ama lastikleri çok daha rahat koruyan bir tasarımdı. Bu yüzden de soğuk yarışlarda lastiklere ısı geçiremeyerek RBR'ın gerisinde kaldılar. Bu sene büyük benzin depoları ile bu dertten kurtulacaklar, çünkü ağırlığı ile daha çok yere basan araç, lastikleri daha kolay ısıtacak. Yani sorun geçen seneki gibi lastik ısıtmak değil, tam tersine lastik korumak olacak 2010'da. Bu sebepten ötürü RBR'ın değil de Brawn'ın örnek alınması daha mantıklı olmaz mıydı?

Burada şöyle bir engel var. Geçen sene Brawn'ın başarısı, yukarıda dediğimiz gibi yüksek oranda çift difüzörü çok başarılı kullanmalarına bağlıydı. Ve takımlar, 2011'den itibaren bu sistemi kullanmamak için anlaşmaya vardılar. Yani Ferrari, bu yoldan gitmiş olsaydı kendisine başka çözümler bulmak durumunda kalacaktı. Yine de Brawn için 2009'da sorun olan aerodinamik yapı, 2010'da çok güzel iş görebilir ve ellerinde çift difüzör sorununu çözmek için bir yıl daha olabilirdi. Bu arada bunu yazana da sorarlar, araç tasarımı mı okudun, nereden emin oluyorsun? Mühendislik bile okumadım ama merak işte :)

Ve konuyu açıklayan soru: Ferrari, 2010 aracı için RBR 2009'dan esinlerek gerçekten doğru yolda mı gidiyor?

10 Ocak 2010

Paris-Dakar

Bu blogda sık sık, işinin ehli misafir yazarlara da yer vermeye niyetliydik. Bugün bunun ilk örneği ile karşınızdayız. Tolga Şansal'ın kaleminden Paris-Dakar...

Dakar Rallisi başlayalı bir hafta oldu. Sevgili blog okurlarına çok daha önce motorsporları tarihinin bu önemli yarışı ile ilgili bilgi vermek isterdim ama kısmet yarışın da dinlenme gününeymiş.

Bugünkü adıyla “Dakar” olan yarış; 1979 yılında çılgın bir Fransız’ın girişimiyle Paris’ten Afrika kıtasının Atlantik okyanusu sahilindeki ülkesi Senegal’in başkenti Dakar’a kadar sürecek şekilde organize edildi. Ancak yıllar boyunca Paris’ten verilen start ağırlıklı olmak şartıyla parkur sürekli değişti. Özellikle 1994 yılında Paris – Dakar – Paris ve 2003 yılında Marsilya’dan Mısır’ın ünlü dalış cenneti Sharm el-Shekh’e gidilen parkur son derece acımasız uzunlukta yarışlar oldu.

2001 yılı yarışı, Paris’ten startın verildiği son yarış oldu. 2008 yılı Dakar için tam bir dönüm noktasıydı. Global oyuncuların kasalarını doldurmak için Afrika'ya pompaladığı iç savaş belası, Dakar’ı tehdit etti. Moritanya’dan geçecek ekipleri tehdit eden yerel milislere karşı hükümetin “can güvenliğinizi sağlayamayız” çıkışı Dakar organizatörlerinin kıta değiştirmesine sebep oldu.

İyi ki de oldu. Adı, yılların geleneğini bozmayacak şekilde Dakar kaldı ama yarış Güney Amerika’ya gitti. Arjantin’in başkenti Buenos Aires’ten başlayan ekipler, Afrika’yı aratmayan çöllerden ve And dağlarının vahşi coğrafyasından geçerek Şili sahiline gidiyorlar. Atlantik okyanusundan Pasifik okyanusuna. Sonra tıpkı 94 yarışında olduğu gibi tüm ekipler için yarış başladığı yerde, yani Arjantin’de bitiyor. Yeni Dakar’da Afrika’nın otantik atmosferi yerine Güney Amerika’nın, ailece dağlara, etaplara çıkan yerel seyircileri hakim. Bu seyirci 2009 yılında herkesi çok mutlu etti. Hükümetler, turizm geliri sayesinde “hadi bir daha” dediler organizatörlere. Bu sene yaşanan seyirci ölümünden sonra ne olur bilemem ama ben pek etkileneceğini sanmıyorum. Dakar artık bu parkurdan zor çıkar bence.

Gelelim yarışın karakterine... Genelde kum tepelerinin aşıldığı çöllerde koşulan etapları olan Dakar’da son derece kırıcı taşlı ve kayalık parkurlar da koşuluyor. Yaklaşık iki hafta süren yarış boyunca bazı günler 800-900 km.lik özel etaplar koşuluyor. Kabaca; komple bir Dünya Ralli Şampiyonası’nı 15 günde bitirdiğinizi düşünebilirsiniz! Eh, hal böyle olunca da kullanılan araçlar ve hazırlıklar da ona göre oluyor.

Otomobiller üç ayrı kategoride yarışıyor. T1, T2 ve Open (açık) sınıf. Özellikle rally-raid yarışları için üretilen cross-country araçların olduğu sınıf T1. Dışarıdan bakınca normal bir kaportası varmış gibi görünseler de, aslında bir RC gibi tüp şase üstüne karbon, kevlar bir giydirmeden başka bir şey değiller. T2 sınıfı standart üretime yakın araçların sınıfı. Open sınıf ise Jean Lui Schlesser gibi çılgın Fransızların kendi ürettikleri buggy’ler ile yarışı bile kazanabilecekleri bir sınıf.

Kamyon sınıfı da ikiye ayrılıyor. T4.1 seri üretim kamyonlar, T4.2 modifiye kamyonların sınıfı. T5 sınıfı ise servis kamyonlarının sınıfı. T4 için homolgasyon şartı varken, T5’ler için yok. Özellikle 1980’lerde çift motorlu 1000 BG’lik kamyonlar, fabrika takımı otomobillerinden bile hızlıydılar. Kamyon sınıfını yıllardır ülkemizde satılmayan Rus Kamaz kamyonlar domine ediyor.

Dakar’da en çok ölümlü kazaların olduğu motorsikletler ise üç sınıfa ayrılıyor. Grup 1, 450cc altı motorlar. Grup 2, 451cc ve üstü motorlar. Grup 3 ise ATV’lerden oluşuyor. Yıllarca motorsiklet ile yarışıp, yarışı kazanmış Stephane Peterhansel otomobille de kazanarak aynı başarıyı 1992’de gerçekleştiren Hubert Auriol’u rekorunda yalnız bırakmadı.

Global olarak bakarsak, 1980’lerde Grup B otomobillerin dünya ralli şampiyonasında yasaklanmasının ardından Dakar epey renklendi. Ari Vatanen gibi ralli şampiyonları özel hazırlanmış Peugeot 205 ve 405 TI MI16’ları ile üst üste yarış kazandılar. Nissan’ın yıllar sonra Dakar’a geri döndürdüğü Vatanen’in ardından efsane pilot-rahmetli Colin McRae’yi yarıştırması, emekli ralli pilotlarının Dakar’a olan ilgisini arttırdı. Birkaç yıldır İspanya kralının golf arkadaşı, iki kez Dünya Ralli Şampiyonu olan Carlos Sainz’ın muhteşem performansına şahit oluyoruz. Geçen yıl lider giderken basit bir hata ile yarış dışı kalmıştı. Bu yıl şu ana kadar gayet iyi gidiyor.

Kemal Merkit ve Kutlu Torunlar’ın Jim Beam sponsorluğunda yıllardır Dakar’ı takip etmesi sayesinde bizler de yarışı tanıdık. Ama Dakar’da Türk pilotların tarihçesi çok daha eski ve köklü. Özellikle Renç Koçibey’in BMC takımı ile kamyon kategorisinde Dakar’a katılmış olduğunu, Intercity RentaCar’ı kuran Vural Ak’ın Mitsubishi Pajero ile birkaç kez Dakar’da yarıştığını muhtemelen bilmiyordunuz. Asıl bilmemiz gereken bir milad ise bizim vaktinde dünya standarlarında bir Dakar aracı yapmış olduğumuz.

Saffet Üçüncü’nün Fiat yıllarında o zamanlar yeni üretilmeye başlayan Doblo bazlı bir cross-country aracı yapıldı. Adı Sandstorm’du. Yıllar önce Camel Trohy’de ülkemizi temsil eden Ali Deveci tarafından testleri yapılan aracımızı vaktinde Zincirlikuyu’daki Fiat takımı garajında görmüştüm. Ama Sandstorm’un bende yarattığı heyecan İtalyanlar üzerinde farklı bir etki yaratmış olacak ki, “araç geliştirme bizim işimiz” diyerek, fuar bahanesiyle Sandstorm’u elimizden aldı ve kaybetti…

Dakar büyük bir heyecan. Resmi siteden ve gece yarısından sonra Eurosport ekranından sevgili Yiğit Top’un anlatım ve yorumuyla yarışı seyretmeyi ihmal etmeyin…

Tolga Şansal

08 Ocak 2010

WRC Istanbul'da

Aslında haberi biz geç düşüyoruz ama zaten ülkede kimsenin umrunda gibi de değil. Dünya Ralli Şampiyonası'nın (WRC) Türkiye ayağı, bu sene Antalya'dan Istanbul'a alındı.

Ilk önce bunun sebeplerine bakalım. Formula 1 gibi, WRC'nin de takvimine girmek isteyen çok talip var. Bu yüzden bir süredir dönüşümlü ralli sistemi uygulanmakta zaten. Bazı ralliler bir sene var, bir sene yok. Türkiye de bu dönüşümlü rallilerden biri. Antalya etapları, coğrafi olarak yakınındaki Kıbrıs ve Akropolis Rallileri gibi yavaş, sıcak, kırıcı. Yani bu 3 ralliyi birden takvimde bulundurmak aslında lüks. Ayrıca Türk seyircisi, Kıbrıs veya Yunan seyircileri gibi WRC'ye meraklı da değiller. Ilk senelerdeki seyirci sayısı, yerel halkın gittikçe ilgisini kaybetmesiyle oldukça geriledi. Organizasyon standartları da ilk senelerde, tecrübeli yabancı ekiplerin yardımıyla çok iyi seviyede olsa da, bizbize kaldıkça geriledi.

Bu yüzden aslında belki de Türkiye Rallisi'nin Istanbul'a gelmesi iyi oldu. Bir kere Avrupa Ralli Şampiyonası'nda (ERC) kullanılan etaplar yarı asfalt yarı toprak. Ayrıca Antalya'dan daha akıcı ve daha az kırıcı. Bu bizim, çevre coğrafyalardaki rallilerden sıyrılmamızı sağlıyor. Bununla beraber Istanbul'da daha çok insan, yani daha çok seyirci potansiyeli var. Bu işe para verip gelenler, muhtemelen Antalya'ya gitmeden önce 2-3 kez düşünür ama eğer aynı şehirdelerse, değişik bir haftasonu geçirmek için bile olsa gidebilirler. Böylece ciddi bir ilgi oluşabilir. Bununla beraber Istanbul, turistler için ulaşması daha kolay bir uluslararası hub. Antalya, bu konuda çok geride kalmasa da bir Istanbul olmadığı gerçek. WRC için gelen turistleri ülkede tutmak ve bir WRC turizmi yaratabilmek için, gelenlere ralliden fazlasını vermelisiniz. Yazın Antalya'da sorun yok ama rallinin kışın yapıldığı zamanlar, Istanbul çok daha farklı bir alternatif herkes için.

Kısacası, kişisel olarak, WRC Rally of Turkey'nin Istanbul'a alınmasını, takvimdeki devamlılığımız için panik butonuna basılması olarak görüyorum. Eğer bu aşı da tutmazsa, bir kaç seneye bu şerefi yaşayamıyor olacağız. Formula 1'in de günden güne uzaklaştığını düşünecek olursak, nereden nereye Türkiye diyor insan.

Spotlar Renault'da

Bir kaç gündür Renault kampında hareketli saatler yaşanıyor, haberler geliyor, gelişmeler oluyor. Kısaca bahsetmek de bize düşüyor.

Bir kere en bombası Flavio Briatore'den. Singapur 2008 yarışındaki Piquet kazasının ardından FIA'nın kendisine verdiği motorsporlarından ömür boyu men cezasına, Italyan playboy/takım patronu/pilot menajeri itiraz etmişti. Fransız mahkemeleri bu haftabaşında açıkladıkları kararlarıyla kendisini haklı bulmuşlar. Eşine çok rastlanmayacak bir karar gerçekten, daha önce bu tip karar merciilerinin mahkemelerce haksız bulunduğu aklıma gelmiyor (ama olabilir, bilen düzeltebilir). Flavio baya rahatladı tabi ki. Iade-i itibar'dan bahsediyor, Formula 1'e geri dönmeyi ileride düşünebilirim diyor. Ama bir noktayı atlamamak lazım. FIA'nın kararının bozulmasının tek sebebi usül yanlışlıkları. Yani kasten kaza yaptırmak ve başkalarının hayatını tehlikeye atmaktan halen suçlu. FIA, temyize gitse de üsul yanlışlıkları hep Briatore lehine olacaktır.

Anladığım kadarınca Jean Todt, FIA içinde yeni prosedürler başlatıp herşeyi hukuksal açıdan da doğru zemine oturtmak için hazırlık yapıyor. En başta FIA, kendisinin lisans vermediği birini spordan men etme hakkına sahip değil. Bu yüzden bir yandan kendi yetkisi içinde doğru cezalarla Briatore'yi suçlamayı, bir yandan da bundan sonra takımlar ve pilotlara ek olarak takım personelini de lisanslamayı düşünüyor. Böylece bir daha bu tip hukuksal sıkıntılarla uğraşmayacak. Son bir not olarak: Max Mosley, bu işin peşini bırakmaz ve bu olayda daha kan çıkar, sölemedi demeyin.

Bir de Renault'nun hala yaşayan tarafı var. Briatore'den boşalan takım patronluğuna Eric Boullier getirildi. Kendisi daha önce Fransa'nın A1GP takımının başındaydı. Bir yandan da bu sene Renault takımının çoğunluk hissesini alan Gravity Sports'un da CEO'su. Yani çok şaşılacak bir şey değil takımın başına geçmesi.

Boullier'in gelişi, bir süre önce yeni takımıyla yarışmadan ayrılabileceği sinyallerini veren Kubica'nın da gönlüne su serpmişe benziyor. Leh pilotun menajeri, Kubica'nın, takımın gidişatından memnun olduğunu ve ayrılmayı düşünmediğini belirtti. Ama hala Renault'nun ikinci pilotunun kim olacağı konusu muamma. Geçen seneki ikinci pilot Grosjean, bir aday ama en az şansı olanlardan biri. Gravity'nin kendi pilot yetiştirme akademisi var ama Boullier, koltuğu kapacak pilotla ilgili tek kriterin yeteneği olduğunu açıklaması ile anlaşılıyor ki ekmek, aslanın ağzında.

Yine de geçen sene ve sezon sonunu sıkıntılı geçiren Renault'nun (veya adı Renault olan takımın) kendini piste ve performansa odaklıyor olması güzel bir şey. Umarım eskilerin o efsane sarı-siyah renklerini keyifle izleriz 2010'dan itibaren.

07 Ocak 2010

GT5


Motorsporları tutkunu ve bir Play Station sahibi olarak 26 Mart 2010'u çok büyük bir heyecanla bekliyorum. Bu ne Formula 1 sezonunun başlangıcı, ne de kişisel olarak önemli bir gün. 26.03'te Gran Turismo 5 piyasaya sürülecek.

Herkes PES veya Fifa oynarken, kendime adam gibi kapışacak rakip bulamamak beni ne kadar üzse de, GT serisinde almaya çalıştığın lisanslar, tarihi pistlerde, inanılmaz detaylı araçlarla yarışmak gerçekten beni benden alıyor. GT5 Prologue'da S lisansını da bitirmiş ve F2007'yi almış biri olarak sadece dişlerim gıcırdıyor. Beni özet oyun kesmiyorum, kendisini istiyorum.

Bugün Polyphony, GT5'in kapağını kamuoyuna gösterdi ilk defa. Dizayn ödülleri banyosu yapan Mercedes Benz SLS-AMG, burayı da süslüyor. Son derece de hakkı. Mert olanlarınız bir adım öne çıksın, mart sonu gelin kapanalım.

Bu linkte SLS AMG için yapılan video var. Haneke-vari müzik geçişleri bir yana, bazı sahnelerde gerçek görüntü mü yoksa oyun mu olduğunu anlayamıyorum. Çok ciddiyim. Buradan da GT'cilerin 3 egzozlu Ferrari 458 Italia'ya saygı duruşunu görebilirsiniz.

04 Ocak 2010

Yeni Ciciler 2

Mustafa'nın tatil dinlemeden 1 Ocak'ta koyduğu fotoğraflardan sonra, yeni bir transfer, yeni bir takım tulumunu daha koymak gerekti.

Raikkonen, Red Bull tulumu içinde. Ama RBR değil, Red Bull Citroen. Artık onun koşacağı yollar genelde çamurdan, ralli parkurları olacak. Bugünlerde etrafta dolaşan bir dedikodudan da bahsedelim yeri geldikçe. Kimi, bu seneyi Red Bull'un ralli takımıyla geçirdikten sonra seneye Webber'in yerine geçecek deniliyordu, Red Bull tarafından yalanlama geldi bu haberlere. Ama neler yalanladı da sonradan oldu, kimse artık ciddiye almıyor bu sözleri.

01 Ocak 2010

Yeni Ciciler





Geçtiğimiz sezon Brawn GP'nin çifte şampiyonluğunda her ikisinin de payı çok büyüktü. Sezon sonunda ikisinin de yolu Ross Brawn'un takımıyla yolları ayrıldı. Jenson Button McLaren Mercedes'e, Rubens Barrichello da Williams'a geçti.
Her ikisi de yeni takımlarının kıyafetiyle basın mensuplarına poz vermiş. Biz de bloga ekleyelim dedik...
Related Posts with Thumbnails