31 Mart 2010

Yarışma: Malezya GP


Bu haftasonu, sezonun 3. yarışı olan Malezya GP, Sepang pistinde koşulacak. Bu demek ki yarışmaya kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Havanın yağışlı olacağı tahmin edildiğine göre, akıllara iki yarışı getirelim. Biri bol yağmurlu geçen ve yarısında durdurulan geçen seneki Malezya GP'si, öbürü de geçen haftaki yine yağmurlu ve süper zevkli Avustralya GP'si. Yani sonuçlar herşeye açık.

Kendi tahminlerimi yazayım, yorumlarda sizinkileri bekliyorum.

Pol Pozisyonu: Vettel
Yarış Galibiyeti: Hamilton
Podyum: Hamilton-Vettel-Alonso
En hızlı tur: Vettel

Not: Mali Selışık, sen farketmesen de ben farkettim, Webber'in en hızlı turunu bilmişin. O yüzden durum 2-2.

Geçmiş Zaman Amerikan Pistleri

"NASCAR beyinli Amerikalılar Formula 1'de ne yapabilir ki?" sorusunu soran bizim jenerasyonun, USF1'ın yarışlardan çekilmesiyle, bu cevabı alması hayal oldu. Onunla da kalmadı, bir çok başka takımın çok daha iyi doldurabileceği 13. takım yerini heba etti Peter Windsor ve Ken Anderson.

Artık bu saatten sonra yapabileceğimiz bir şey yok, Ingiliz Formula 1 medyası Amerikalılarla dalgasını geçti geçecektir de. Biz yine de Amerikalılar'ı iyi hatırlamaya çalışalım. Hazır bu postta özlediğimiz pistleri yazmışız, bari özlediğimiz Amerikan pistlerini de yazalım da Formula 1 tarihindeki başarılı Amerikan etkilerini de hatırlamış olalım. (F1'e dönmesini istediğim, Amerika dışındaki diğer pistler için buradan yakın, keyiflenin).

Indianapolis:
En yakın tarihteki Amerikan yarışıydı, çoğumuzun da hatırladığına inanıyorum. Yarışlar da kendini hatırlatıyor açıkçası. 2005'te Ralf Schumacher'in yaptığı kaza sonrası Michelin lastikli takımların yarışmasına izin verilmemiş ve katılan 6 pilot da puan almıştı. Hatta Portekizli Thiago Monteiro, Ferrari'lerin ardından podyuma çıkmıştı Jordan adına. Bunun dışında 2001 yarışında, 11 Eylül olaylarının hemen ardından, araçların özel tasarımlarla yarışması (siyah burunlu ve sponsorsuz Ferrari ilk akla gelen) da var. Ayrıca her pilotun, drag yaratmak için önünde takım arkadaşı ile sıralama turları atması da cabası. Schumacher ile Barrichello, 2002 yarışında çizgiyi beraber geçmeye çalışırlarken 2. olması gereken Brezilyalı, 0.011 saniye ile Alman'ı geçmiş bulunmuştu.

Anlayacağınız buradaki hemen herşey Ferrari etrafında dönüyordu. Zaten 2001'de Hakkinen'in (ki bu, O'nun son yarış galibiyetiydi) ve 2007'de Hamilton'ın kazandıkları dışında Ferrari'den başka bu yarışı kazanan olmadı. Ben de olsam ben de severim böyle pisti. Şimdi de takvime geri istiyorlar. Ama bu sefer sebep tamamen duygusal. Formula 1, çok güzel bir reklam mecrası ama Ferrari'nin en büyük pazarı ABD'de yarış yok. Ama F1, ABD'ye dönse bile yarışlar Indy'de olur mu orası muallak. Zira Bernie, New York GP'si için bastırıyor.

Watkins Glen
New York demişken, The Glen'i kim unutabilir? Indianapolis'teki 8 yarıştan önce, uzun süre Amerikan Grand Prix'si olabilen ve bir tarzı olan tek pist New York'taki Watkins Glen idi. 20 yıl aralıksız F1'e evsahipliği yapan pist, 60lar ve 70lerde pilotlar arasında da oldukça popüler ve sevilen bir pist idi. Işin ilginci Amerikalılar da baya seviyorlardı burayı. Tabi o yıllar, Amerikalı pilotların da daha başarılı olduğu yıllardı. Örneğin Phil Hill, Watkins Glen'in ilk yılı olan 1961'de son şampiyon ünvanını taşıyordu. Ne var ki, bir önceki yarış Monza 61'de takım arkadaşı Wolfgang Von Trips, kaza yapıp seyircilerin arasına dalmış, kendisi ve 14 seyirci de hayatını kaybetmişti. O yüzden Ferrari, ilk Watkins Glen'de yarışmadı ve Amerikalılar da kahramanları Hill'i görememiş oldu.

1971'de ciddi dğeişiklikler oldu The Glen'de. Önceleri Monza tarzı, az virajlı bir pist karakteri varken, daha sonra arka düzlüğe şikan eklenerek ve pisti ciddi şekilde uzatan hızlı virajlı bir bölüm yaratılarak bambaşka bir hal aldı. Bunun sebeplerinden biri, yere yapışıp gittikçe hızlanan F1 araçlarını biraz olsun yavaşlatmaktı. Ama maalesef Watkins Glen de zamana yenik düştü ve güvenlik önlemleri sorgulanmaya başladı. Özellikle de François Cevert'in hayatını kaybettiği 1973'teki kaza, sıkıntıları ortaya dökmüştü. Daha sonra borcunu ödeyemeyen pist, 80'lere girilirken Formula 1 ile vedalaştı.

Bir düşünün, New York'ta bir F1 yarışı. Sokaklarında değil tabi ki, Watkins Glen'de. Ilgiyi, enerjiyi tahmin bile edemiyorum. Eğer F1, ABD'ye dönerse, benim adayım The Glen'dir.

Detroit
Ford'un şehri Detroit, ABD, Formula 1'deki en şaşaalı zamanlarını yaşarken ülkedeki 3 yarıştan biriydi. Kısacası Formula 1, orta uzunlukta bir Amerika turnesine çıkıyormuş o zamanlar. Bu dar sokak pisti de, özellikle bol kazalı ve az aracın bitirebildiği yarışlara ev sahipliği yapıyordu. Ilk yarışı John Watson kazandığında 17.likten başlamış ve o zamanın en arkadan başlayıp yarış kazanma rekorunu, yarış dışı kalanların çokluğu sayesinde kırmıştı.

Ertesi sene, pistin arka düzlüğüne, onu dik kesen ufak bir bölüm eklenmiş ve hızlar düşürülmüştü. Bu versiyonun ilk yarışını 83 yılında Alboreto kazanırken, Detroit'in fatihi daha sonra kendisini gösterecekti. Ayrton Senna, burada 3ü arka arkaya olmak üzere 4 yarış kazandığı yıllarda Detroit, artık takvimdeki tek Amerikan pisti olacaktı. Gittikçe düşen izleyici sayıları, pisti döndürmenin ekonomik zorlukları ile birleşince Ford Diyarı, takvimdeki yerini 1989 yılında Phoenix'e kaptırdı.

Caesars Palace
Aslında Caesars Palace'ın bu listede olması enteresan. Ama bakınca, Caesars Palace'ın F1 takvimine girmiş olması daha da enteresan. Bir kumarhanenin otoparkının Formula 1 pistine döndürülmesi aslında bu yarış. Şekline bakacak olursanız, etrafta bulabileceğiniz, her metrekarelik alanı kullanmak için kasılan karting pistlerinin sadece daha uzun hali. 5 tane 180 derecelik dönüşü ve 4 parçalı tek düzlüğü ile, artık görmeye alışmadığımız bir şekil gerçekten. O zamanlarda pilotların özellikle sıcaklıktan şikayet etmesi, insanların F1 izlemek yerine kumar oynaması gibi sebeplerle sadece iki yarış düzenlenebilmiş burada. Ama şimdiki Malezya, Bahreyn, Abu Dhabi gibi yarışlara bakınca, insanın Las Vegas'ın sıcağı hakkında soru işaretleri oluşuyor kafasında. Bu listede bulunması da tamamen bu "şansını zorlayıp enteresan bir şekilde takvime girmesi" sebebiyle. Yoksa geri dönmesini istemiyorum.

Long Beach
Güneş, sahil, kızlar ve Formula 1. Kaliforniya'da 8 sene yapılan bu yarış, organizatör Chris Pook'un Batılı Monaco hayalinin sonucuydu. Ve neredeyse de oluyordu. Clay Regazzoni, buradaki ilk yarışı Ferrari adına kazanmış olsa da ilk sene, beklenilen kadar seyirci çekememişti. Hem Regazzoni'nin hem de pistin kaderi değişmeye hazırdı. 1976'daki ilk yarış, James Hunt-Susy ve yeni sevgilisi Richard Burton arasındaki magazinsel haberlerle daha çok anılsa da ertesi sene, yerel kahraman Mario Andretti yarışı kazanınca, gelen seyirci sayısı da tırmanma eğilimi göstermeye başlamıştı. Regazzoni'nin kaderi ise 1980 Long Beach yarışında yaptığı kaza sonrası felç kalmasıydı.

1983 yarışından sonra, çok enteresan bir şey oldu: Yarış organizatörleri ile Bernie, para konusunda anlaşamadı! Ve Bernie, bir daha arabacıklarını Long Beach'e getirmedi. Bu eşi benzeri görülmemiş, hala görülmeyen ve ileride de hiç görülmeyecek olay, maalesef çok güzel bir sokak yarışını biz F1 hayranlarından çalmış oldu.

Peki bu kadar yarış yapıldı Amerika'da ama, hiç mi başarısız olan olmadı diye sorar insan. 1989-1990-1991 yarışlarının yapıldığı Phoenix'de, yerel devekuşu yarışları, Formula 1'den daha fazla ilgi çekince yarışlar buradan alınmış! Bu insanlara galiba NASCAR müstehak!

Top Gear'dan Oyun Yarışması

Gran Turismo hayranı olduğumu tekrar belirtmeme gerek var mı? Gönlümüzde zaten ayrı yeri olan Ingiliz mucizesi Top Gear, gelmiş geçmiş en iyi araba yarışı oyunlarını seçmeye karar verdiğinde oyumun nereye gideceği zaten belliydi. Bu blogu okuyorsanız, bu satırlara göz gezdiriyorsanız, siz de eminim kıyısından köşesinden bulaşmışsınızdır bu oyunlara. O zaman buradan gidip oyunuzu verebilirsiniz.

Ama bir sitemim var. 486'ların bilgisayar dünyasındaki hükümdarlığını Pentium 75'lerin kırdığı sırada ortaya çıkan ve hala oyun piyasasını kasıp kavuran Need For Speed serisinden hiç bir oyun yok. Tamam, son zamanlarda çıkardıkları tuning kafalı oyunları ben de sevmedim ve oynamadım ama 1993'e kadar geri giden oyunları listeye koyup ilk NFS'i eklememek bence büyük eksiklik, ayıp!

29 Mart 2010

Melbourne Sonrası Yarışma

Melbourne'deki son derece zevkli yarıştan sonra sonuçlar şöyle oluştu:

Pol: Vettel
Galibiyet: Button
Podyum: Button-Kubica-Massa
En hızlı tur: Webber

Bu demektir ki tahmin edenler, yani ben ve Mali, baya ters köşeye yatmışız. O kadar ki yapılan tahminlerin arasından (4 kategoride 8 tahmin) bir tek pol pozisyonu ile puan alan ben çıktım. Neyse Mali, Malezya'ya artık!

Bizim aramızdaki puan durumu şudur:

Sinanko: 2
Mali:0

Bu haftasonu Malezya var, tahminleri de bu haftanın ilerleyen günlerinde sizlerden isteyeceğiz. Yorumlara pol pozisyonu, yarış galibi, podyuma çıkanlar ve en hızlı turu atanı yazın, Türkiye GP'si kazanmaya hak kazanın.

Mclaren'de Oyun Değişiyor

Kış sezonunda Jenson Button, Brawn'ı bırakıp Mclaren'e geçince, ben de dahil bir sürü insan, "Hamilton'ın inine girdi, işi zor" diyordu. Bugünkü yarış galibiyetinden sonra bu sesleri biraz olsun susturmuş olacaktır. Ama benim değinmek istediğim başka konular var.

Hamilton, küçük yaşta pistlere adım attığından beri hep Mclaren bünyesindeydi. Onlara güvendi, onlar için çalıştı ve kendini bütünleştiriyordu. Geçen seneki Avusturalya GP'sinde takım ona, komiserlere yalan atmasını söylemiş ve o da yapmıştı. Daha sonra bu yalan ortaya çıkmış ve çok kötü bir pozisyona düşmüştü. Başka şeyleri düşünelim. Yarış galibiyetlerinden sonra Lewis'in fiks lafıdır, radyodan duyarız: "well done guys, it was an excellent job". Hemen takımı över, onlarla bir olurdu. Peki bugün yarıştan sonra "ben, hayatımın sürüşlerinden birini yaptım ama takımın stratejisi yüzünden hakkettiğim yerde değilim" açıklaması yapması? Artık Lewis'in gözünde "o" ve "takım" var. Bir değiller. Kendisi iyi süren, takım yanlış taktik veren oldu. Tabi bu arada, takım arkadaşı tek set lastiği rahat rahat kullanırken iki set lastiği birden parçalayan bir pilot olduğunu unutuyor.

Jenson ise Hamilton kadar kendini zorlamadı. Geçişler yapması gerekmedi. Kimseyle savaşmadı, Vettel yarışdışı kalınca yarışı kazanıverdi. Buradaki tek rakibi lastikleriydi ama Jense onların dilinden anlıyor. Yumuşak lastikleri 50 tur okşayarak kullanınca yarışı kazandı. Evet belki Lewis gibi kendine hayran bırakan bir sürüş sergilemedi ama hem doğru lastik seçimiyle, hem de susup işini yapmasıyla eminim takım içinde artı puanları toplamıştır.

Pist üzerinde Hamilton'ın Button'ı geçmesi, Button'ın ona yol vermeden Lewis'in söküp alması, takım arkadaşına "ben bu ormanın kralıyım" demesiydi adeta. Ama bir yarış, bir galibiyet ve iki farklı iş yapış şekli. Şu an Jenson, Lewis ile olan savaşında eskisinden çok daha güçlü.

Not: James Allen, bu yazısında, benim demek istediklerimi daha Hamilton odaklı ama çok daha net bir şekilde anlatmış. Saygı!

F1'i Sevme Sebepleri

Bahreyn'de "yarış çok sıkıcı" diye ağlayan Formula 1 camiası, muhtemelen Avustralya GP'siyle kendine gelmiştir. Bol bol geçiş, lastik lastiğe savaşlar, beklenmedik olaylar ve yağmur. Ama ben kendi açıma, Formula 1'i niye bu kadar sevdiğimi, niye motorsporlarının en uç noktası olduğunu bir kez daha gördüm.

Yarış sırasında beni kendine hayran bırakan anları&kişileri yazıyorum: Jenson Button'ın, kuru lastiğe geçme kararı, griddeki bir çok pilotun yapmayacağı (ve yapmadığı) bir kumardı. Bütün yarış boyunca bu kararın Jense tarafından mı takım tarafından mı verildiğini merak ettim, basın toplantısında Jense, kendisinin aldığını söyledi. O zaman tebrikler ona.

Alguersuari ve Luca di Grassi. Iki gencecik pilot. Yarış bitirmeleri bile başarı, puan almaları sevinç kaynağı. Ama di Grassi, Schumacher'in kendisini geçmesiyle pes etmedi, onu geri geçmeyi başardı. Içine bir Montoya kaçmış gibiydi. Aynı şekilde Alguersuari. Ehliyetini yeni ıslatacak yaşta bir pilot olarak, Schumi'yi yarışın sonlarına kadar arkasında tutmaya çalıştı. Bu iki sürüşü takdir etmeden geçmek, büyük ayıp.

Ve Kubica. Aslında onun hakkında çok daha uzun bir yazı lazım ama Leh pilotun, orta sınıf Renault'suyla arkasındaki bütün baskılara dayanıp ikinci olması (hele de 9. başladığı bir yarışta) ayakta alkışlanacak bir sürüştü.

Peki ya Alonso? Button, ilk virajda vurup döndürmeseydi, Alonso (ve Schumacher) üst sıraları çok daha net zorlayabilirdi. Ama Schumacher, gerilerde gençlik ateşiyle mücadele ederken Alonso, birer birer yukarı tırmandı ve 4. olmayı başardı. Bu sırada Hamilton'dan, Webber'den çok ciddi baskı yemesine rağmen. Hala şampiyona lideri olması, bugünkü olgun sürüşünün sonucu.

Ve orta şekerli kahveler Hamilton ile Webber'e geliyor. Hamilton ile başlayalım. Pistteki en deli dolu pilot oydu. Önündekilere uyguladığı baskı ve Rosberg'i geçerken gösterdiği ultra-usta sürüş, Hamilton'daki inanılmaz potansiyelin sonucu. Ama bunu yaparken 2 set lastiği parçalamasını da unutmamak lazım, hele de bütün rakipleri tek seti koruyabilmişken. Bu gerçek, sürüşünün değerini biraz azaltıyor gözümde. Webber de Hamilton gibi inanılmaz hızlıydı, zaten ev sahibi yarışında da genelde başarılı oluyor. Ama Webber'in, Massa'yı kaç kere geçmesi gerektiğini hatırlamıyorum. Fazla zorlayan ve fazla hata yapan rolüne büründü. En sonunda da Hamilton'a arkadan bindirip 9.lukta kaldı.

Sonunda 2010 gridinin, uzun zamandır görülen en iyi grid olması, meyvelerini verdi. Bahreyn'den sonra sıkıntı, geçişin olmayacağı ve en iyi pilotun önde olması durumunda yarışların sıkıcı geçeceğiydi. Fakat hepimizin sormayı unuttuğu soru şu oldu: "peki ya bir sebepten dolayı en iyi pilot önde değilse?". Yağmur, bir şekilde bunun oluşmasını engelledi ve daha iyi araba-pilot kombinasyonları geriye düşebildi. Sonrasındaysa şahane bir yarış oldu. Her yarışta bu olacak değil, o zaman da yarışlar sıkıcı olacaktır. Ama bu kurallardan önce de her sene bir sürü sıkıcı yarış olurdu, bu yeni bir durum değil kısaca. Bence bir süre daha bekleyip, takımların ve pilotların kurallara alışmasını görmeliyiz. Sonrasında daha doğru şeyler söylenebilir.

Haftaya koşulacak Malezya GP'sini şimdiden hevesle bekliyorum. Ya orada da yağmur yağarsa?

26 Mart 2010

Pit Girişi BIY'de

Blogu açtık yazılarımızı yazdık, Twitter hesabı açtık sizlerle iletişime geçtik. Şimdi de Blog Idman Yurdu'nun bir parçası oldu bu blog, daha büyük kitlelere erişmek için. Yakında başka haberlerimiz de var, haftaya onları da ileteceğiz sizlere.

Siz en iyisi bu blogu takip etmeye devam edin (eğer Türkiye GP'sine bilet kazanmak istiyorsanız tahmin yarışmasına da katılın).

Virgin, Full Çekemiyor

Yeni takımlar ile eskiler arasındaki performans farkı, Bahreyn'de çok açık bir şekilde ortaya konmuştu. Sanki Formula 1 yarışı sırasında arkada 6 tane de GP2 aracı var gibiydi. Ama operasyon ve mantalitedeki farkın, aşağıdaki olayın yaşanacağı kadar büyük olduğunu zannetmiyordum.

Virgin, benzin depolarının bazı yarışları bitiremeyecek kadar küçük olduğunu farkedip FIA'ya bunu değiştirmek için başvurdu. FIA da izin verdi, vermek zorunda kaldı.

Herhangi bir yol aracı dizaynı bile komplike bir iştir, Formula 1 aracı tasarlamak ve yaratmak ise neredeyse bir sanat artık. Virgin, kendi araçlarını tamamen CFD ile tasarlayarak bu yönde yeni bir atılım denedi. Ama görünüşe göre işler bekledikleri gibi gitmiyor. Ön kanatların durduk yere düşmesi bile yeteri kadar sorun iken şimdi de benzin deposunun, olması gerekenden küçük tasarlandığı ortaya çıktı. Bunu değiştirmek demek de neredeyse aracı baştan tasarlamak demek. Ağırlık merkezinden monokoğa, üst taraftan arka kanat yüksekliklerine kadar herşeyi baştan tasarlamak ve bunu da en yakın sürede yapmak lazım. Çünkü o zamana kadar, eğer diğer dayanıklılık faktörleri izin verip yarışın son bölümlerini görürlerse, ya benzinleri bitip yolda kalacaklar, ya da motor performansını aşağıya çekip zaten az olan hızlarını daha da düşürecekler. Kısaca rezil oldular ve durum devam ettiği sürece de olmaya devam edecekler.

Eski takımlar ve FIA ile yeni takımların ilişkisini, ortamın ağır abileri ve gediklileri ile ortama yeni gelen ve elinden hiç bir iş gelmeyen, her el attığı işi eline yüzüne bulaştırıp özür dileyen, titrek ve umut vaat etmeyen gençler gibi hissediyorum. Ferrari'nin sene başındaki sert çıkışı, bazı çevrelerce ayıplanmıştı ama şu ana kadar olanlar, kırmızıları haklı çıkıyor sanki. Melbourne'de, Bahreyn'den daha enteresan bir yarış izleyeceğimiz neredeyse garanti. Ayrıca Virgin, bu tip hataları tekrarlarsa, adları ile ilgili espriler kulaktan kulağa dolaşmaya başlar.

24 Mart 2010

Melbourne Anketi

Bir GP haftası ile daha karşı karşıyayız, bu sefer Bahreyn'den çok daha fazla sevilen, gönüllerin sezon açılışı Melbourne'deyiz. Ferrari hariç herkes "sezon asıl burada başlıyor" deyip motivasyon işaretleri gösteriyor madem, biz de bu trende uyalım.

Bundan sonra her GP haftasonu sizden yarışı kazanacak pilotu/takımı, podyumu, pol pozisyonunu ve en hızlı turu tahmin etmenizi isteyeceğiz. Yarış galibini bilene 3 puan, podyuma çıktığını bildiğiniz her pilot için bir puan, pol pozisyonu ve en hızlı tur gibi zor kategorilere de 2 puan veriyoruz. Sezon sonunda da şampiyona bir sonraki sezonun Türkiye GP'si için bilet veriyoruz.

Hediye kıyak, iş kolay. Yorumlara gelin...

Not: Kendisi bilmese de ilham olduğu için Petit'e teşekkür ederiz.

21 Mart 2010

Happy Birthday Ayrton

Yaşasa bugün 50 yaşında olacaktı...

19 Mart 2010

Ferrarileşen McLaren

Yıllar önce verilmiş bir söz. McLaren'e 3 şampiyonluk kazandırması halinde Ron Dennis, Lewis Hamilton'a, bizzat kendi elleriyle şu anda McLaren müzesinde duran turuncu Mclaren F1 aracını hediye edecek. Son derece güzel bir motivasyon unsuru yukarıdaki fotoğrafta üstte duran araç. Peki alttaki?

Işte o McLaren'in geleceği. Hem de bir sürü açıdan. Geçen sene Avustralya'daki yalan skandalı, Ron Dennis'i kendi beklentisinden daha yakın bir zamanda takımdaki aktif rollerinden etmişti. Ama şu anda, Jean Todt'un Ferrari takımından ayrılıp Ferrari şirketinin CEO'su olması gibi, Ron Dennis de McLaren firmasının CEO'su. Ve artık o şirketin yepyeni bir yönü var: Kendi yol araçlarını yapıp satacaklar.

Zaten Mclaren ile Mercedes'in bu yaz aralarının açılmasının sebebi de buydu. Iki firma, artık hem partner hem de rakip olacak. Mclaren, lüks spor araba pazarına girerken buradaki rakipleri arasında Ferrari ve Mercedes olduğunu unutmamak lazım. Mercedes de, partnerleri Mclaren'in kendi iş alanlarında kendilerine rakip çıkmasına, Brawn'ı alıp F1 cephesinde Mclaren'e rakip olarak cevap verdi. Bir yandan da Mercedes'in sahip olduğu Mclaren hisseleri, bölüm bölüm Mclaren tarafından geri alınıyor. Yani al gülüm ver gülüm yapılıyor, bundan sonra senle rakibiz kanka.

Mclaren bu konuda başarılı olabilir mi? Uzun süredir Mercedes ile çok başarılı bir ortaklık götürmelerine rağmen Mclaren mazisinde, Mercedessiz de bir çok başarı var. Hatırlamak isteyenler, Prost-Senna döneminin Honda motorlu araçlarına bakabilir. Ayrıca Merc ile partner olunmasa da bir motor kullanıcısı olarak devam edebilirler.

Ama aynı başarının spor araba ticaretinde gelmesi o kadar kolay değil. Özellikle krizin vurduğu günümüzde, satışlarda ciddi düşüş yaşanıyor. Bu sektörün lideri Ferrari ve Mercedes'in yeni çıkardığı, dizayn ödülleri alan, Gran Turismo 5'in kapağını süsleyen ve artık F1 yarışlarında Güvenlik Aracı olarak kullanılacak SLS varken Mclaren'in bu konuda daha bir kaç fırın ekmek yemesi gerekecek. Hele de Ron Dennis'in dediği gibi Mclaren, Ferrari'nin pazar payına göz dikmediyse. Bunun anlamı ya pazarı büyütecekleri ya da aynı segmentte yarışmayacakları. Fotoğraftaki ikinci turuncu araba, dün tanıttıkları yeni Mclaren yol aracı. Ve kesinlikle Ferrari ile aynı segmentte.

Lewis Hamilton olsam, muhtemelen gözüm yenisine doğru kayardı. Ama büyük resme bakınca, Yeni Zelandalı Bruce Mclaren'in hayallerinin bu olmadığı kesin. Kabuğundan çıkan ve bir metamorfoz geçiren Mclaren, bakalım daha mı güçlü olacak yoksa kendini sonunu mu hazırlıyor?

16 Mart 2010

Türkiye Rallisi Websitesi


World Motorsports Council'ın bu seneki kararlarından biri, hem F1'de hem WRC'de internet üzerinden içerik sağlanmasına daha çok önem vermekti. Yani motorsporları dünyası, interneti yeteri kadar değerlendiremediğinin farkına varıp bu yöne eğilmek istiyordu.

F1.com yenilendi, wrc.com da elinden geleni yapıyor ama asıl Türkiye Rallisi, hiç beklenmedik bir anda beni vurdu. Bir süre önce Rally of Turkey sayfasından bahsetmiş, link de vermiştik. Ama bugün farkettiğim (bilmiyorum benim mi ayıbım yoksa sayfa mı yeni açıldı) Türkiye Rallisi 2010, şu ana kadar gördüğüm en iyi spor organizasyonu sitelerinden biri olmuş. Girişinden içindeki bilgilere, görselliğinden beni kitleyen oyununa kadar enfes gerçekten. Kimin eli değmişse tebrik ediyorum.

Yalnız bazı sorularım var. Bahsettiğimiz iki Türkiye Rallisi sitesi arasındaki fark ne? Biri Türkiye Rallisi'nin genel sitesi öbürü 2010 yarışı için desek tam olarak öyle olmuyor. Burada bir çift başlılık var gibi. Bir de yabancıların bu işe bizden daha çok meraklı olduğunu düşünürsek, yabancı isimli olan site, daha eski olanı. Keşke bu durum tam tersi olsa da, insanı gelip yerinde izlemeye çeken sitenin Ingilizce versiyonu ve domain name'i olsa. Ama bu seviyeye kadar siteyi getiren insanların, bundan sonrasını da düşüneceğine eminim.

Hazır yeri gelmişken... Türkiye Rallisi 14-18 Nisan'da Istanbul Anadolu Yakası'nda koşulacak. Biletleri de Biletix'ten alabilirsiniz. Hatta gitmek isteyenlerle buluşup beraber gidebiliriz, öğlen yemeği keyfi yapabiliriz şöyle sucuk ekmekli. Aşağıya yorumlara yazın, ayarlayalım. Formula 1 biletlerini de buradan alabilirsiniz, aynı şey onun için de geçerli. Motorsporlarını ve yemeği sevenler kaçırmasın!!

15 Mart 2010

Şampiyonlar


Formula 1'in 60. yılı şerefine yaşayan eski şampiyonların hepsi, Bahreyn yarışına çağırıldı. Gelemeyen iki kişi Raikkonen (bu haftasonu WRC yarışı da yoktu ama o üşenmiştir) ve Nelson Piquet (Nelsinho yüzündendir o da) olmuş. Geri kalanı ise:

Üst sıra soldan sağa: Fernando Alonso, Sir Jack Brabham, Michael Schumacher, Emerson Fittipaldi, Lewis Hamilton, Mika Hakkinen ve Damon Hill
Orta sıra soldan sağa: Niki Lauda, Keke Rosberg, Mario Andretti, ekoseli pantolonu ile Jackie Stewart, Alain Prost, kilo koleksiyonu yapan Jacques Villenueve ve geçen sene oğlunu kaybeden John Surtees
Alt sıra soldan sağa: Alan Jones, bıyıklarını özlediğimiz Nigel Mansell, Prens bişi bişi, Bernie, Jody Scheckter ve son şampiyon Jense.

14 Mart 2010

Bahreyn: Bir Ferrari Rüyası

En başta şunu rahatlıkla söyleyebilirim, çok özlemişiz. Vettel'in sorunu haricinde sıkıcı olarak değerlendirebileceğimiz bir yarış bile, heyecan verdi.

Yarışı uzun süre önde götüren, hatta güzel şekilde kontrol eden Vettel'in, egzost sorunu yüzünden Ferrari'lerin ve Hamilton'ın arkasında kalması, gerçekten çok yazık oldu. Çünkü bu sene şampiyonluğa oynamasını beklediğim bir pilot genç Seb. Onun sorunu sayesinde Ferrari de sezona duble ile başladı. Bu arada Ferrari'nin bir önceki dublesi Fransa 2008'de de Raikkonen, aynı egzost sorunu ile yarışı kazanmıştı. Şans dediğin bu olsa gerek.

Italyanlarda Alonso, Kimi gibi, Ferrari'deki ilk yarışını kazandı. Şimdi soru, yine Kimi gibi, Ferrari'deki ilk senesinde şampiyon olabilecek mi? O kadar ileriye gitmeden söyleyebileceğimiz, belli ki Alonso'nun şu an griddeki en mutlu insan olduğu. Zigzaglarla finiş çizgisine gelirken de bu açıkça belliydi.

Bir yandan da Massa'nın hikayesi var. Büyük sıkıntılardan sonra gelen bu ikincilik (ki basın toplantısında kendisinin de belirttiği gibi en iyi sezon başlangıcı oldu), üstünden büyük bir yük atmış ve onun için de en az Michael Schumacher kadar ikinci bir başlangıç olmuştur.

Mclaren'de ise durum şimdiden belirginleşti gibi. Hamilton, çok rahat bir şekilde Button'ı geçti, yani beklenen oldu. Hamilton, downforce sıkıntısı yaşayan Mclaren'i ile podyuma çıkarken, Button'ın sorunlu araçtan performans alamama hastalığı yine ortaya çıktı. Heralde kimse Webber'i arkasında tutup 7. olmasını başarı olarak görmüyordur.

Mercedes GP, nispeten sessiz başladı ve bitirdi sezonun ilk yarışını. Rosberg'in Schumacher'den bütün haftasonu boyunca daha hızlı olması dikkatleri çekti ama Schumi, üstündeki pası atınca neler olacak merakla bekliyoruz. Yine de Red Bull ve Mclaren gibi karışık duygular yerine, daha istikrarlı turların sahibi oldular, ki bu bile başarı.

Ferrari, rüşdünü ispatladı. Mercedes, 5.lik ve 6.lık ile en iyi üçüncü takım gibi durdu. Mclaren ve Red Bull ise karışık sinyaller verdiler. Red Bull'un hızı da dayanıklılık seviyesi de ortada. Hangi denge ağır basarsa oraya gidecek takım belli ki. Ama eğer geçen senekinden daha az sorun yaşarlarsa Vettel'in şampiyon olmamak için bir nedeni kalmaz.

Bu gridin başı. Peki sonu? Yeni takımlardan HRT, beklendiği gibiydi. Karun'u ilk turda kaybettiler, bir kaç tur sonra da Bruno Senna gitti. Henüz üstüne yazı yazacak bir performans bile sergileyemediler. Virgin, yarış başlarında Lotus ile eşit seviyede gibiydi. Zaten Glock da Lotus'ların önünde başlıyordu yarışa. Ama onlar da en başta di Grassi'yi, sonra da Glock'u kaybedince gözler Lotus'a döndü. Malezyalılar, gridin geri kalanına göre çok yavaşlardı, burası kesin. Ama çok kısa sürede iki tane finiş görecek araç hazırlamaları bile gerçekten çok büyük başarı. Yeniler grubundan sıyrılıp orta sınıfları hedefleyecek ilk takım olacaklarını, adeta bayrak açar gibi ilan ettiler.

Orta sıralarda ise Force India, bu seneki hedefleri "markalar sıralamasında beşincilik"in hakkını verdiler ve ilk dört takımın arkasına kuruldular. Sutil, sert lastiklerle 10. başladığı yarışta, ilk virajda Kubica ile çarpışmasaydı belli ki iyi bir yerlere gelecekti. Onun yerine yarışta 9.luğu, yarışa 12. başlayan takım arkadaşı Liuzzi aldı.

Renault ise neler yapabileceğine bakıp üzülüyordur. Kubica, ilk virajda Sutil ile çarpışıp sonunculuğa düşünce iki pilot için de berbat oldu yarış. Petrov ise son derece iyi başladığı yarışta, bir kerb'ün üstünden sert geçince süspansiyonuna hasar verdi ve yarışdışı kaldı. Not etmek gerek ki eski takımlardan klasmana giremeyen tek sürücü de Petrov oldu. Yine de Renault, iyi bir geliştirme süreci yaşarsa orta sıralarda büyük bir güç olur.

Williams ise Force India ile olan mücadelesinde bu yarışlık yenildi diyebiliriz. Rubens Liuzzi'nin, Hulk Sutil'in arkasında kaldı. Ama yine de silik geçen sezonların ardından takım, bu sene çok daha iyi bir tempoda ve şevkli gözüktü. Frank Williams'ı ve ekibinin böyle görmek, her Formula 1 severi mutlu etmiştir eminim ki.

Yarışın kötü sürprizlerinden biri Sauber oldu benim için. Herkesi şaşırtıcaklarını beklerken sessiz sedasız iki aracı da kenara çektiler. Oysa lastikleri yumuşak kullanmaları ve Ferrari motorları ile potansiyelli gözüküyorlardı. Toro Rosso'da ise Buemi, yarış sonlarında kenara çekse de Alguersuari, tur yemeyerek ve yarışın en iyi tur zamanlarından birine imza atarak aslında kendi çapında bir mucizeye imza attı. Ne var ki onun da derecesi 13.lüktü.

Hızlı bir özetini geçmiş olduk Bahreyn GP'sinin. Hafta boyunca açıklamalar ve yorumlarla daha çok yazarız üstüne. Bir sonraki yarışın iki hafta sonra Melbourne'de olduğunu da hatırlatalım.

13 Mart 2010

2010 Sezonunun Ilk Sıralaması

Sezon sonunda başladı, ilk sıralama turları bitti. Sonuçlar belli, hemen iletelim:

Polde Vettel, yanında Massa
Hemen arkalarında Alonso, yanında Hamilton
Rosberg ile Webber
Schumacher ile Button
Kubica ile Sutil

Q2'de ilk elenenler Barrichello ve Liuzzi
Arkalarında Hulk ve de la Rosa
Buemi ile Kobayashi
Petrov, yanında da Q1'de ilk elenen Alguersuari

Yenilerin sıralaması ise Glock ve yanında Trulli,
Kovalainen ve di Grassi
Senna ile Chandook

Biraz da anlamlarına bakalım. Iki şey ortaya çıktı. Birincisi P9, P10 ve P18'in, orta sınıfın iyilerini ve kötülerini belirlemede önemli olacağı. Q1'de 7 araç elenecek ve bunların altısı banko şekilde yeni takımlar. Son elenecek araç ise orta sınıftaki en kötü olacak. P9 ile P10 da tam tersi. Ilk 8 sırayı şampiyonluk adayı 4 takımın araçlarının alacağı da garanti gibi, sorun yaşamadıkları sürece. O yüzden son bölüme kalabilen P9 ve P10 araçları da orta sınıfın en iyileri olacak. Bahreyn'de P18'i Alguersuari, P10'u Liuzzi, P9'u da Kubica aldı. Toro Rosso'nun bu sene iddiasız olacağını tahmin ediyordum zaten. Ne de olsa üretici olarak ilk seneleri ve bu duruma alışmak durumundalar. Alguersuari'nin 18.liğinde bunun kadar tecrübesizliğinin de etkisi vardır. Kubica'nın P9 olmasında tecrübenin etkisi olduğu gibi. Sonuçta Renault'nun yeniden yapılanması, Toro Rosso'nun üretici olmaya alışmasıyla benzer bir süreç.

Bu sıralama turlarından çıkan ikinci sonuç, sıralama turları ile yarışın bu sezon iki farklı şey olacağı. Mesela Sauber. Lastiklerini koruyarak yarış sırasında rakiplerine karşı avantajlı olacaklar ama bunu, bir tur üstünde gerçekleştirmeleri imkansız. Veya Renault. Az benzin harcayan motorları ile yarışa daha az benzin (yani yük) ile başlayacaklar. Ama tek turda, güç dezavantajları kendini daha çok gösteriyor. Mclaren ise beklenmedik bir şekilde geride kaldı, yarış sırasında ne halde olacakları da yarından önceki en büyük sorulardan biri.

Yenilerin kendi aralarındaki rekabeti ise takip etmeye değer. Virgin ile Lotus'un zamanları birbiriyle çok yakın. HRT ise yarıştan önceki "Virgin ve Lotus'tan bir saniye daha hızlıyız" açıklamalarına karşın tartışmasız sonuncu olarak rezil oldu diyebiliriz. Bu takımların gelişimleri ve orta sıralara ne kadar yaklaşabileceklerini de dikkatle izleyeceğiz sezon sırasında. Yarın yarışı bitirebilmek ise bu takımlar için ciddi başarı olacaktır.

Kısacası herşey yarınki yarış için hazır, alarmlar 14.00'e kuruldu. Getirin artık startı!

12 Mart 2010

Sezon Başlarken Anket Vakti

2010 Formula 1 sezonu, bu sabah yapılan antreman seansları ile Bahreyn'de başlamış durumda. Yarışa kadar cevaplarınızı girin, kim ne kadar haklı görelim.






08 Mart 2010

Pit Girişi Twitter'da


Bir süre önce blogumuzun adına Twitter hesabı açtım ama reklamını yapmayı akıl edemedim. Adı doğal olarak Pit Girişi, aranınca bulunur, olmadı adresi de: http://twitter.com/pitgirisi

Hele de Formula 1 sezonu başlarken, tam da takip edilesi bir hesap oldu. Ayrıca bir süredir işlerimin çok yoğun olması sebebiyle keyfimle yazamıyorum, oradan daha kısa mesajlarla takip edebilirsiniz.

05 Mart 2010

Seninki Kaç Yapıyor Hacı?

Jenson Button, elinde kahvesi, yan masadaki çalışma arkadaşını ziyarete çıkmış gibi. Bir yandan da Hamilton'daki her düğmeden kendisinde de olduğundan emin olmaya çalışıyor sanki. Eğer Jenson, Mclaren'de başarılı olmak istiyorsa, Hamilton'ı yenmesi gerek. Zira Lewis, takım arkadaşı öğütücüsü gibi; kariyerinin 4. yılına girerken 3. yeni takım arkadaşı Jenson.
Related Posts with Thumbnails