Bahreyn'de "yarış çok sıkıcı" diye ağlayan Formula 1 camiası, muhtemelen Avustralya GP'siyle kendine gelmiştir. Bol bol geçiş, lastik lastiğe savaşlar, beklenmedik olaylar ve yağmur. Ama ben kendi açıma, Formula 1'i niye bu kadar sevdiğimi, niye motorsporlarının en uç noktası olduğunu bir kez daha gördüm.
Yarış sırasında beni kendine hayran bırakan anları&kişileri yazıyorum: Jenson Button'ın, kuru lastiğe geçme kararı, griddeki bir çok pilotun yapmayacağı (ve yapmadığı) bir kumardı. Bütün yarış boyunca bu kararın Jense tarafından mı takım tarafından mı verildiğini merak ettim, basın toplantısında Jense, kendisinin aldığını söyledi. O zaman tebrikler ona.
Alguersuari ve Luca di Grassi. Iki gencecik pilot. Yarış bitirmeleri bile başarı, puan almaları sevinç kaynağı. Ama di Grassi, Schumacher'in kendisini geçmesiyle pes etmedi, onu geri geçmeyi başardı. Içine bir Montoya kaçmış gibiydi. Aynı şekilde Alguersuari. Ehliyetini yeni ıslatacak yaşta bir pilot olarak, Schumi'yi yarışın sonlarına kadar arkasında tutmaya çalıştı. Bu iki sürüşü takdir etmeden geçmek, büyük ayıp.
Ve Kubica. Aslında onun hakkında çok daha uzun bir yazı lazım ama Leh pilotun, orta sınıf Renault'suyla arkasındaki bütün baskılara dayanıp ikinci olması (hele de 9. başladığı bir yarışta) ayakta alkışlanacak bir sürüştü.
Peki ya Alonso? Button, ilk virajda vurup döndürmeseydi, Alonso (ve Schumacher) üst sıraları çok daha net zorlayabilirdi. Ama Schumacher, gerilerde gençlik ateşiyle mücadele ederken Alonso, birer birer yukarı tırmandı ve 4. olmayı başardı. Bu sırada Hamilton'dan, Webber'den çok ciddi baskı yemesine rağmen. Hala şampiyona lideri olması, bugünkü olgun sürüşünün sonucu.
Ve orta şekerli kahveler Hamilton ile Webber'e geliyor. Hamilton ile başlayalım. Pistteki en deli dolu pilot oydu. Önündekilere uyguladığı baskı ve Rosberg'i geçerken gösterdiği ultra-usta sürüş, Hamilton'daki inanılmaz potansiyelin sonucu. Ama bunu yaparken 2 set lastiği parçalamasını da unutmamak lazım, hele de bütün rakipleri tek seti koruyabilmişken. Bu gerçek, sürüşünün değerini biraz azaltıyor gözümde. Webber de Hamilton gibi inanılmaz hızlıydı, zaten ev sahibi yarışında da genelde başarılı oluyor. Ama Webber'in, Massa'yı kaç kere geçmesi gerektiğini hatırlamıyorum. Fazla zorlayan ve fazla hata yapan rolüne büründü. En sonunda da Hamilton'a arkadan bindirip 9.lukta kaldı.
Sonunda 2010 gridinin, uzun zamandır görülen en iyi grid olması, meyvelerini verdi. Bahreyn'den sonra sıkıntı, geçişin olmayacağı ve en iyi pilotun önde olması durumunda yarışların sıkıcı geçeceğiydi. Fakat hepimizin sormayı unuttuğu soru şu oldu: "peki ya bir sebepten dolayı en iyi pilot önde değilse?". Yağmur, bir şekilde bunun oluşmasını engelledi ve daha iyi araba-pilot kombinasyonları geriye düşebildi. Sonrasındaysa şahane bir yarış oldu. Her yarışta bu olacak değil, o zaman da yarışlar sıkıcı olacaktır. Ama bu kurallardan önce de her sene bir sürü sıkıcı yarış olurdu, bu yeni bir durum değil kısaca. Bence bir süre daha bekleyip, takımların ve pilotların kurallara alışmasını görmeliyiz. Sonrasında daha doğru şeyler söylenebilir.
Haftaya koşulacak Malezya GP'sini şimdiden hevesle bekliyorum. Ya orada da yağmur yağarsa?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder