27 Mayıs 2011

Lotus Kazandı!

Sonunda, bir süredir devam eden Group Lotus vs Team Lotus davası sonuçlandı. Ingiliz mahkemeleri, Team Lotus'un, bu ismi kullanmaya devam edebileceği yönünde karar verdi. Yani Tony Fernandes ve ekibinin istediğini aldığını söyleyebiliriz. Işin garip tarafı, Group Lotus da davayı kendilerinin kazandığını iddia ediyor. Bunun için iki dayanakları var. Birincisi, mahkeme, Lotus isminin tek başına kullanım hakkını sadece Group Lotus'a verdi. Yani Tony Fernandes ve ekibi, "Lotus"u değil "Team Lotus"u kullanabilirler. Ikinci konu da Fernandes, takımın ismini Lotus Racing'den Team Lotus'a çevirdiği zamana kadarki olan sürede Proton ile olan anlaşmasını ihlal etmiş gibi sayıldı ve ceza ödemesine karar verildi. Ama sorarlar, ki Tony Fernandes de soruyor, Group Lotus bu kararı kendi için zafer gibi gösteriyorsa neden temyiz mahkemesine gidiyor?

Şimdilik detaylar bu kadar, Monako GP sırasında eminim konuyla ilgili yeni bilgiler de gün ışığına çıkar ve bunları paylaşırız. Zaten bugünlük bu kadar kafa karışıklığı ve Lotus ismi de yeter.

25 Mayıs 2011

Yarışma: Monaco GP


Monaco... Yumuşak lastiklerin Ferrari'nin işine geleceği, iyi pilotun avantajlı olacağı, bu seneki kurallarla geçişlerin artıp artmayacağını konuşabiliriz belki; ama konuşmayabiliriz de. Sonuçta burası Monaco. En beklenmedik, en heyecanlı yarışların yeri. Aynı zamanda kızlar, Prensler, arabalar, ünlüler, yatlar ve tünelin yeri. F1'in kendini evinde hissettiği yer burası. Bence bu spora Nürburgring ile beraber en çok yakışan yer...

Bu yarışın sorusu: Sizi en heyecanlandıran 3 Monaco anı? Benimkiler muhtemelen Olivier Panis'in Ligier ile kazandığı yağmurlu 1996 yarışı, Ayrton Senna'nın Toleman'ı ile neredeyse kazandığı 1984 yarışı ve yine Senna'nın 1988'de attığı sıralama turları. Hele o sıralama turları, benim için Formula 1 tarihinin en heyecan veren anlarından olduğunu söyleyebilirim. Videoda da Jo Ramirez ile Gerald Donaldson'ın "o tur" hakkında konuşmaları var. 

Ve her zaman olduğu gibi tahminler:

Pol: Vettel
Galibiyet: Vettel
Podyum: Vettel, Alonso, Hamilton
EHT: Alonso

24 Mayıs 2011

Yarışma: Katalunya Sonrası

Sukullacı'nın yarışma postunun altına yarış sırasında attığı yorumlar, muhtemelen bütün Ispanya'nın duygularına tercüman oldu. Alonso'nun şahane sıralama turu ve daha da şahane startının beşincilik ve tur yemeye gitmesini beklemezdik. Bugün de zaten olan oldu ve Ferrari'de yine kafalar koptu. Bu da sonuç vermezse kopacak bir kafa kalacak. Konuyla ilgili ta geçen nisanda yazdığım bir yazıyı linkleyeyim buraya: Io Sono Stefano! Durumda hiç bir değişme yok.

Bir yandan da sıralamaların ne kadar öldüğüne şahit olduk Ispanya'da. Yakında kimse son seansta zaman turu atmaya çıkmayacak ve Q3'teki grid pozisyonları tavla turnuvası ile belirlenecek diye korkuyorum. Daha heyecanlı olabilir öylesi.

Bir yandan da normalde lastiklerini harcamasıyla ünlenen Lewis Hamilton'ın Vettel'e oranla her stintte 4 tur sonra pite girerek ne kadar büyük bir avantaj yakaladığını gördük. Bir kaç tur daha kazanabilseydi, son lastikleri bir kaç tur daha "genç" olsaydı Vettel'i geçmesi işten bile değildi. Geçiş sayıları ilk dört yarış kadar olmasa da Barselona'daki yarış, bence senenin en anlaşılan ve en keyif alınan yarışı oldu çünkü ön gruptaki pilotlar birbirlerini yakından takip edebildiler ve nispeten yakın stratejiler uyguladılar. Ferrari pitinin verdiği son iki stinti iki yumuşak ile değil de tek sertle geçme kararının ne kadar saçma olduğu da yarış sonunda belli oldu. Evet, Alonso'nun yumuşak lastik sayısı bakımından sıkıntısı vardı Mclaren ve Red Bull'lara karşı ama bir kullanılmış+bir kullanılmamış yumuşak lastik setleri bile tek sert lastikten (hele de burada ilk defa kullanılan çok sert hamurdan) daha iyi bir karardı bence.

Ve unutmadan bizim yarışma. Herkes polü, kafa rahat bir şekilde Vettel'e yazmış ama Webber hepimiz yatırdı. Genel olarak herkesin 4 puan olduğu bu haftanın kazananı Çekirdekçi Tayfa, kaybedeni ise Nazl_ oldu. Ama Nazl_, pol ile galibiyet tahminlerinin yerini değiştirse herşey çok daha farklı olabilirdi. Puanlar:

Keyser Soze: 21 + 5= 26
Sukullacı: 19 + 4 = 23
Çekirdekçi Tayfa: 13 + 7 = 20
Cihan: 14 + 4 = 18
Sinan Kolat: 14 + 4 = 18
Nazl_: 16 + 1 = 17

Tahmin yapan altı kişiyi sadece 9 puan aralığında görmek keyifli. Çekirdekçi'nin yaptığı atılıma da dikkat, geçen hafta son sıradaydı. Hemen yarın da Monaco GP tahminlerinizi alacağım, koltuklarınıza sıkı tutunun.

20 Mayıs 2011

Imola 94 Part:2 (Cuma Antremanları)


28 Mayıs 1994’te Ayrton, Leonardo ile birlikte Algarve’den ayrılıp özel uçağı ile Münih’e, Audi yetkilileri ile buluşmaya gitti. Audi’nin Brezilya ana distribütörü olmak için yürüttüğü pazarlıklar son aşamasına gelmiş, imzaya kalmıştı. Oradan Italya’ya bu sefer de Pauda’daki Carraro bisikletlerinin fabrikasına gitmişlerdi. Sebep yine ticariydi; Carraro, Senna’nın adını kullanarak bisiklet üretmek istiyordu. F1 sonrasındaki hayatını düşünen Ayrton, buradaki basın toplantısında 1994 sezonunun Imola’da yeniden başladığını belirtmeyi de ihmal etmiyordu. Buradan Imola’ya doğru yola çıkan Senna ve ekibine TAG Heuer’in pazarlama bölümünün başındaki Mike Vogt da eşlik ediyordu; yeni Senna saatleri hakkında konuşmak için.

JJ Lehto ile Roland Ratzenberger’in yolda olduğu saatlerde Senna, Williams garajına yüzünü göstermeye gelmişti. Aida’daki yarıştan sonra yapılan testler hakkında bilgi aldıktan kısa bir süre sonra, piste 10 km uzaklıktaki oteli Castello’ya geçti. Mclaren günlerinden beri aynı otelde, hatta aynı odada kalırdı: 200 numaralı suit. Hemen altındaki odada Frank Williams, hemen üstündeki odada da Ron Dennis vardı. En yakın arkadaşı, masörü ve sağ kolu Josef Leberer, her zaman olduğu gibi akşam 10’da masajını yaptıktan sonra Ayrton, Brezilya’yı, Adriane’yi aradı. Iki sevgili, heyecanlarını gizleyemeden konuştular.

29 Mayıs 1994 Cuma. Açık hava ve güzel bir güneş altında başlıyordu haftasonu. Sabah yapılan antreman turlarında aracından hiç memnun olmayan Senna, gelişmelerden memnun olduğunu açıklayan Hill’den bir saniye daha hızlıydı. Öğleden sonra birde başlayan ilk sıralama turu seansında Brezilyalı pilot, hemen en hızlı zamanı elde etti. Saatler 1:20’yi gösterdiğindeyse bir başka Brezilyalı, Ayrton’un çekirgesi, Rubens Barrichello sahne aldı. Imola turunun sonlarındaki Variante Bassa şikanının kerb’lerine fazla hızla gelen genç Rubens’in Jordan’ı, bir uçak gibi havalanarak ilk önce lastik bariyerlere, ardından da çitlere takıldı. Yolun kenarında bir kaç takla atan Jordan, sonunda ters bir şekilde durduğunda Barrichello, bilinçsiz bir şekilde aracında kurtarılmayı bekliyordu. Gelen Italyan görevliler, aracı hızla düz çevirdiler. Şu anda F1 tarihinin en tecrübeli pilotu olan Barrichello’nun kariyeri, o sırada bitebilirdi bile.

Senna, vatandaşının kazasını duyar duymaz pistteki tıbbi müdahale merkezine koştu. Bu sırada girişler yasak olduğundan Senna, binanın arkasındaki çitlerin üstünden atlayarak içeri girdi. Rubens’in başına geldiği sırada Brezilyalı pilotun bilinci geri geliyordu. Barrichello: “Uyandığımda ilk gördüğüm şey Ayrton’un suratıydı, bana bir yandan (sakin ol, bir şeyin yok) diyor, öbür yandan da ağlıyordu. Daha önce onu hiç bu kadar duygusal görmemiştim, sanki yaptığım kaza kendisinin başına gelmiş kadar içtendi”.

Ayrton Senna da Silva, tıbbi müdahale merkezinden ayrılır ayrılmaz Williams’ın kokpitine girdi ve zamanını daha da geliştirerek seansı birinci sırada bitirdi.

Damon Hill: “Rubens’in kazasının en çarpıcı tarafı, hızıydı. O kadar hızlı yükseldi ve çitlere girdi ki çitleri delip seyircilerin arasına gireceğini düşündük. Bu da yetmiyormuş gibi görevlilerin gelip aracı hızla düzeltmeleri berbattı. Rubens’in başının, aracında sağa sola savrulduğunu görebiliyorduk (hatırlatalım, o günlerde HANS yoktu). JJ Lehto ve Jean Alesi, daha o sezon testlerde boyun ve omur sakatlıkları geçirmişlerdi benzer şoklarla. Görevlilerin, aracı ya yavaşça düzeltmeleri ya da olduğu gibi bırakmaları gerekiyordu.”

Seansın sonunda kendisini bekleyen gazetecilerden, yarış mühendisi David Brown ile görüşmek için bir saat isteyen Senna, söz verdiği zamanda gazetecilerin yanına dönmüştü ama hiç kendisi gibi değildi. Başladığı cümleleri bitirememek, kendi dediklerini hatırlamamak Senna gibi konsantrasyon seviyesi çok yüksek biri için son derece anormaldi.

Röportajlardan sonra David Brown ile çalışmasına devam etti Senna, oradan da Leberer ve Leonardo ile akşam yemeğine gittiler. Otele döndüğünde ilk yaptığı şey Adriane’i aramak oldu. Adriane: “Telefonu açtığında hüngür hüngür ağlıyordu, ona ne olduğunu soruyordum ama konuşmuyordu bile. Çok korkmuştum. Rubens’in kazasını anlattı sonra.” Daha sonra ilişkilerinden bahsetmeye başladılar. Eskiden Ayrton Senna’nın kız arkadaşı olmaktan korkan Adriane, artık böyle hissetmediğini söylemişti. Belki çok daha uzun konuşabilirlerdi ama Galisteu’nun Lizbon uçağını yakalaması gerekiyordu. 

19 Mayıs 2011

Yarışma: Katalunya GP


Sezon içindeki performans için en büyük indikatör olacak Katalunya GP'sine hoşgeldiniz. Takımlar, sezon öncesi testlerinin büyük çoğunluğu yaptığı Barselona'daki piste, bu sefer de önemli upgrade'lerle geliyorlar. Mclaren, Türkiye'de yaşadığı hayal kırıklığını geride bırakmak, Ferrari ve Mercedes yakaladığı ivmeyi devam ettirmek, Red Bull alışık olduğu gibi bir haftasonu yaşamak isterken mesela Williams'ın amacı sezonun ilk puanlarını almak. Bunlarla beraber FIA'nın haftaiçi takımlar arasında yarattığı gerginlikten de bahsedelim kısaca. Federasyon, çift difüzörün etkinliğini arttırmak için takımların kullandığı, gaza basılmadığı sürede de egzost gazlarının gaza basılıyormuşçasına verildiği motor ayarlarının yasaklandığını ve Barselona'dan itibaren kullanılmayacağını açıkladı. Yani bu tip difüzör kullanan takımların hepsi, bir anda performans kayıplarına uğrayacaklardı. Sonrasında, bu tip bir değişikliğin sağlıklı bir şekilde yapılamayacağını farkeden FIA, konuyu hazirandaki Teknik Grup toplantısında tekrar tartışacağını açıkladı. Ama artık belli ki artık difüzörlerle ilgili yeni bir uygulamaya geçiyor FIA, sadece zamanı belli değil.

Bir yandan da sezon öncesi testlerde fazla ufalanma yaşayıp takımların tepkisini çeken Pirelli'nin performansı soru işareti. Lastik üreticisinin o zamandan beri kendini geliştirdiği ve herkesin takdirini kazandığı kesin. Ama o zaman 4 pitstop olarak tahmin edilen yarışın kazanan taktiği bakalım ne olacak.

Katalunya GP'sinin sorusu ise şu: Sezon öncesi testlerden beri ilk defa aynı piste uğrayacak olan takımlardan sizi en çok şaşırtan (iyi de olabilir kötü de) hangi takım oldu? Niye?

Ve benim tahminlerim:

Pol: Vettel
Galibiyet: Vettel
Podyum: Vettel, Alonso, Webber
EHT: Webber

15 Mayıs 2011

Yarışma: Türkiye Sonrası

Geçen haftasonu Istanbul Park'a gittik, bir güzel yandık, sıralama turlarını ve yarışı izledik, start finiş düzlüğünde koşturup podyum seremonisini izledik. Kısacası muhtemelen Türkiye GP'sinin son kez yapılışında oldukça güzel vakit geçirdik.

Bizim kadar iyi vakit geçiren bir de Vettel vardı. Pol pozisyonlara koyduğu ambargoyu devam ettirdi ve Çin'de elde edemediği galibiyeti unutturdu. Bazılarımızı yatırdı, bazılarımızı çıkardı kendisi aynı zamanda. Bu arada kimse Mclaren'lerin bu kadar formsuz olacağını beklemiyordu heralde. Türkiye GP'sinin ardından durumumuz aşağıdaki gibi:

Keyser Soze: 14+7 = 21
Sukullacı: 13+6 = 19
Nazl_: 13+3 = 16
Sinan Kolat: 11+3 = 14
Cihan: 8+6 = 14
Çekirdekçi Tayfa: 9+4 = 13

Keyser Soze ile Sukullacı nispeten arayı açarlarken orta sıralarda ciddi bir çekişme var. Nazl_'yı orta grubun hemen üstündeki Renault gibi görürsek Cihan ile ben sanki Sauber ile Toro Rosso gibiyiz. Bir tek puan geriden gelen ÇT ise Force India belki de.

Bir kaç haftadır tahmin yapmayan arkadaşlarımız da var, mesela geçen senenin gediklilerinden Obiyah. Umarım ki Barselona yarışına bir upgrade paketi getirir ve tekrar yarışa girer, henüz kaybedilmiş bir şey yok. Hemen hatırlatalım bu arada, Barselona yarışı 22 Mayıs pazar günü.

12 Mayıs 2011

Selahattin'in Türkiye'si

Bu yazının sebebi bir başka yazı. Selahattin Duman, 9 Mayıs'ta Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde F1 Türkiye GP'si hakkında önemli gözlemlerde bulunmuş, buradan okuyabilirsiniz. Hatta kesin okuyun, enteresan bir yazı. Aşağıda okuyacağınız yazı, Duman'ın hiciv yapmadığını ve ters manyer vermediğini düşünerek yazılmıştır. Eğer öyle yaptıysa affola, büyüksün Selahattin Duman!

---------------------------------

Yıl 2015. Ülkemize dış güçlerin kazıklama içgüdüsüyle gelen Formula 1'i, "Istanbul ahalisi"nin tek yumruk olup denize dökmesinin dördüncü yıldönümü. Zengin piçi Formula bebelerinin, bir de onlara özenen, zaten hayatını orta sınıf anne babasını sömürerek geçiren çapulsuzların dışında kimse, bu salak oyuna gelmedi. Böylece başında hipofiz cücesi Bernie Ecclestone'ın olduğu dış mihraklar, arkalarına bile bakmadan gittiler. Oh!

Türkiye'deki son GP'nin koşulduğu günlerde Birleşmiş Milletler on yıllık "Yollarda Güvenlik" promosyonuna başlamıştı. Biz de o salak araba merdanesine vereceğimiz yıllık 26 milyon doları, bu güzel amaç uğruna harcıyoruz. Emniyet şeritlerimizi genişlettik, asfaltlarını düzelttik. Havalı korna, emniyet kemeri başı ve kırmızı-mavi çakar fiyatlarını indirdik. Otomobil modifiye parçalarına uygulanan gümrüğü sıfıra indirdik. Harbi delikanlılarımız rahat rahat yarışsınlar, başka araçlar onları rahatsız etmesin diye orta yerinde iki köprü olan o canım otobanları günün belirli saatlerinde trafiğe kapatıyoruz. Böylece kazananı herkesin anladığı yarışlar yapılıyor.

Ayrıca zengin piçleri ve onlara özenen orta sınıf bebelerinin ecnebi özentisi hayat tarzlarının da önüne geçmek için önlemler aldık. Artık camına siyah film kaplatmayan, belli bir sesin altında çıp tak müzik dinlemeyen, düzgün fren yapan ve kalkışlarda yavaş kalanlara da trafik cezası var. EDS'lerle kırmızı ışığın son 2 saniyesinde hala yerinde duranlara fotoğraflı delilleri yollanıyor, 3 kere tekrarlarlarsa ehliyetlerine el koyuluyor. En müjdeli haber ise Türk otomotiv sektörünün önünü kesenlere inat (Ferrari gibi firmalar filan), Serçe ve kuş serisi otomobillerimizin seri üretimine yeniden başladık. Özlediğimiz eski özelliklerinin yanında opsiyonel olarak gerçekten işe yarayan (ama merkezi olmayan) kilit, cam silebilen silecekler, kurukafa şeklinde vites topuzu, aracın rengine uygun "maşallah" ve "babam sağolsun ama alın teri" yazıları, Cadillac amblemleri ve değişen renklerde far da sunuluyor.

Bir yandan da ülkemizin ahlak seviyesi de regüle ediliyor artık. Seksüel prodüktör camiası, uzun süren sessizliğini Selahattin Duman'ın tokat gibi yazısı sayesinde sona erdirdi ve 2011'den beri kullanılmayan Istanbul Park pistinde dernekleşerek isteyen gençlere kurs vermeye başladılar. Onların müzikleri daha bir farklı yalnız, "o tip" müzikleri ancak sertifikalı seksüel prodüktörler çalabiliyor. Böylece porno websiteleri, otobüslerde elele tutuşmalar gibi tarihinde hiç görmediği ahlaksızlıkları uzun uğraşlar sonucunda elimine etmiş ülkemizde cinsel aktiviteler de doğru ve işin ehli ellerden yayılıyor.

Bir de size, şahane ülkemize tehdit oluşturanların başına gelenleri anlatayım, ibret-i alem olsun. Etiler-Ulus hattında gezinen zengin piçleri var ya, hani şu müziği sadece şan olsun diye dinleyen bebeler, Serçeli cengaverlerimizi üstlerine saldık ve teker teker telef ettik. Yeditepe Üniversitesi'ni kapattık. Formula (ama Formula 1 diil, sadece Formula) günlerinde de gittikçe azaltılan içki tüketimini, toptan yasakladık. Yerine üzüm suyu, şalgamı pohpohluyoruz. Paranın kime gideceğine de karar verdiğimizden artık ne o zengin piçleri ne de babaları olacak denyolar zengin. Onlara özenen orta sınıf zavallılar, ailelerinin sırtlarından geçinmesinler diye master yapmayı yasakladık. En fazla üniversite, o da belki. Memur çocuklarını, onlara özel bir yasa ile taksicilik ve minibüsçülüğe özendiriyoruz. Bu sınıfa girenlere taksi plakası ve minibüs hattı bedava. Onları araçlarının arkasındaki TKMF (Türkiye Kapışma ve Makas Federasyonu'nun kısaltılmışı) ibarelerinden anlayabilirsiniz, onlara lisansı TKMF çıkarıyor çünkü.

Yeri geldiğinde göz zevkimizi, yeri geldiğinde sinirimizi bozan otistikleri, dış güçlerin Türklüğü bozmak için aramıza attıkları bozuk tohumlar olduğunu bilimsel olarak kanıtladıktan sonra, koyduk çuvala salladık salladık vurduk duvara. Hipofiz cücelerine de, Selahattin Duman'a Bernie Ecclestone'ı hatırlattığı için, evden çıkma yasağı getirdik. Yurtdışından saçma sapan gruplar bıkbık ettiler, faşitmişiz, insan değilmişiz diye ama neyse ki irademiz güçlüdür bizim. Yılmadık ve Türkiye'yi 2023 hedefine doğru emin adımlarla götürüyoruz.

Kısacası siz siz olun, Selahattin Duman gibi saf süzme insanların peşinden ayrılmayın. Onlar ülkemizin doğru yöne gitmesi, gelişmesi ve büyümesi için el üstünde tutmamız gereken fikir prodüktörleri. O yoldan ayrılanların başına ne geldiğini de okudunuz. Aman ha, iyi çocuklara benziyorsunuz, üzmeyin anne babalarınızı...

11 Mayıs 2011

Sardinya Rallisi'nin Ardından

WRC'de sezonun beşinci yarışı Sardinya'da koşuldu ama pist üstündeki gelişmeler kadar spora girecek/giren yeni takımlar da ilgi çekti. Volkswagen'in rallilere dönüşünü uzun uzun yazmıştık, onun dışında MINI fabrika takımı da (test amaçlı bile olsa) ilk rallisine çıktı bu haftasonu. Parkurlarda da Loeb'ün, yol pozisyonundan dolayı, zorlanacağı tahmin ediliyordu ama bütün rallide ilk başlayan olmasına rağmen güzel bir galibiyet alarak pilotlar şampiyonasında Hirvonen ile arasını açtı.

MINI'den başlayalım. Aslında bu projeye "MINI by Prodrive" desek daha doğru olur, zira ünlü atölyenin elinden çıkıyor ikonik araçlar. David Richards her ne kadar bu işin başında olsa da kafamda bir soru işareti vardı. MINI'nin rallilere katılacağının açıklandığı sırada Richards, artık kendisinin değil yeni nesil çalışanlarının bu projeyi yönlendireceğini belirtmişti. Bir bakıma altyapıdan mühendis çıkarıyor ve firma, kendisine ve insanlara olan bağımlılığını kırıyordu. Sonuç şahane. Ilk rallisine çıkan MINI, son derece güzel sonuçlarla evine dönüyor. Kris Meeke, ilk gün dördüncülüğe kadar çıkıp öndeki araçlarla aşık atabiliyordu. Daha sonra çok temel olmayan bir debriyaj sorunu, ikinci günde rallisini bitirse de hızı kesinlikle iştah kabartıcıydı. Meeke'nin DNF'inin yanında Dani Sordo'nun istikrarlı derecelerle ralliyi altıncı bitirmesi, henüz ilk defa pistlerde toz yutan MINI'nin, cidden hızlı olacağını müjdeliyor bence. Motorsporlarının ünlü sözüdür: Hızlı bir aracı dayanıklı yapabilirsiniz ama dayanıklı bir aracı hızlı yapmak çok zordur. Sordo'nun derecesine belki bir Latvala ayarı çekmek gerekebilir. Yarışta en fazla etap kazanan isim olmasına rağmen yaşadığı sorunlardan dolayı ancak 18. oldu Latvala. Bu sorunları yaşamasa büyük ihtimalle Sordo'nun önünde yer alırdı. Yani gerçekçi bir resimde MINI'ler şu an en azından Stobart ve Kimi Raikkonen ile çekişir durumdalar. Dediğim gibi, ilk yarışları için çok ciddi bir aşama. Eğer bu öğrenme ivmesini devam ettirebilirlerse Citroen ve Ford'un çok başını ağrıtırlar. Wrc.com ise Sardinya Rallisi haberini enteresan bir cümle ile bitirdi. MINI ve VW'nin ardından, bir başka fabrika takımının daha parkurlarda yerini alabileceğini ima ediyorlar. Gelişmeleri biz de aktaracağız elbet.

WRC tarihinin en çok yarış kazanan adamı Loeb'ün, bu yarışı kazanması ne kadar enteresan olabilir ki? Buradaki en dikkat çekici şey, toprak rallide hem ilk gün, hem de diğer günlerde birinci sıradan start alıp hiç geriye düşmemek. Adama saygı duymak lazım, eğer hala duymuyorsanız. Bunun dışında geriye düşen iki pilotun, Latvala ve Solberg'in, performansları dikkat çekiciydi. Latvala, yarışın en fazla etap kazanan ismi olsa da 18. olabildi. Solberg'in sezonu ise çok şanssız geçiyordu. Fabrika takımında yarışmadığı için, onun formunun gidişatı, diğer pilotlara oranla çok daha kritik. Bu yarışta da ilk etabı kazandıktan sonra egzost sorunu ile 40 saniye kaybedince gidişatın değişmeyeceğini düşünüyordum. Neyse ki eski şampiyon, son derece iyi zamanlarla bu senenin ilk podyum başarısını yakaladı. Solberg'in ağzından "bu podyum, sponsorlarım açısından çok iyi oldu" diye duymak, insanın için burkuyor. Umarım en yakın zamanda sponsorlardan çok yarışmasına odaklanabileceği bir yarış koltuğu bulur kendine.

Bir sonraki ralli, iki hafta sonraki Arjantin Rallisi, Barcelona'daki Ispanya GP'si ile aynı günlerde.

09 Mayıs 2011

Istanbul Park'tan Izlenimler ve DRS


Bir daha Türkiye GP'si yapılacak mı yapılmayacak mı sorusu hala havada asılı dursa da biz kendi görevimizi yerine getirip paraları bayıldık, yarışı yerinden izledik. 1. virajdaki silver tribün, daha önce gittiğimde de bilet aldığım yerdi ve hiç bir zaman hayal kırıklığına uğramadım. Bir daha olursa arka düzlüğün oradaki tribünü de deneyebilirim ama.

Yarıştan önce ana tribünün arkasındaki takımların ürünlerinin satıldığı yerlere gittik. Ferrari, Mclaren gibi takımların yanında bu senenin en çok satanı muhtemelen Red Bull'du. Benim gibi Sauber ürünleri arayanlar ise hemen hemen bir hiç ile karşılaştılar. Sadece 2 tane şapka bulabildim, bir şapkaya 80 TL bayılmak gibi bir niyetim olmadığından onları da bıraktım. Tek aldığım şey kırmızı pit kulaklarıydı. Hiç fena değiller herkese tavsiye edebilirim. Tshirtler 75 ile 150 TL, bir bira 15 TL bu arada.

Yine bir çok yabancı vardı yarışta, hatta yine Türk'ten çok yabancı vardı da diyebiliriz. Rus, Bulgar, Yunan, Gürcü, Ingiliz ve Ispanyollar ilk göze çarpanlardı. Özellikle Ingilizler, yanlarına 3-5 yaşındaki çocuklarını alarak, onlara ufak yarış tulumları giydirerek gelmişlerdi. Biri motorsporları kültürü mü dedi? Muhtemelen bizden daha çok yabancılar üzülüyordur Istanbul Park'ın takvimden çıkmasına.

Yarış bitip arabaya bindikten 20 dakika sonra otobana çıkmış olarak ufak çapta bir rekor da bizim kırdığımızı düşünüyorum, Vettel-Kobayashi-Buemi'nin yanında haftasonunun iyi sürüşleri listesine geçebiliriz.

Ve yarış... Pistteyken yarışın kendisi izlemek her zaman biraz daha zordur, her ne kadar önümüzde devasa ekranlar olsa da. Bu seneki yarışların da gittikçe karışıklaştığını, hatta Türkiye GP'sinde bu karışıklığın had safhaya çıktığını da işin içine katarsak, 3. pitstoplardan sonra kimin nerede olduğunu anlamak ciddi sıkıntıydı. Vettel'in rahat olduğunu, Webber ile Alonso'nun, Mclaren'in ve Renault'ların kendi aralarında kapıştığını anladık ama Schumacher-Massa-Kobayashi-Buemi'nin nerelerde olduğunu çıkaramadık mesela. Bunun sebeplerinden biri değişik stratejiler belirlettiren Pirelli lastikleriydi belki ama önemli bir kısmı da DRS yüzündendi. Bir süre önce yazdığım gibi, DRS kullanıldığında öndeki sürücü fazlasıyla koyun oluyor ve geçilip geçilmeyeceği değil, ne kadar süre dayanabileceği tartışılıyor. Senna-vari güzel defansif hamleler yerine Prost-vari yarış okumalar ve akıllı davranmalar geçer akçe durumunda. Mühendislik mantıklarından biri, bir şeyin sonucunu görmek için onu alıp en uç seviyesine getirmektir. Bence Türkiye GP'si, DRS için uç örnek oldu. Bir süredir okuduğum yorumlara bakılırsa pilotlardan izleyicilere herkes, bu sefer de işin topuzunun öbür tarafa kaydığını düşünüyor.

Bana kalırsa, daha önce biraz bahsettiğim türden bir değişiklik, DRS'in çok efektif ve keyif verici olmasını sağlayabilir. Özetle tekrarlayayım: Bir F1 aracı, ilerlerken arkasında bir temiz hava koridoru bırakır. Bu sırada öndeki araca yaklaşmak daha kolaydır. Bu kısa koridordan sonrası ise karışık bir hava akımı olduğu için araçların birbirini takip etmesi daha zorlaşıyor. Daha önce de pilotlar, bu temiz hava koridorlarına girip geçiş yapıyorlardı. Pistten piste, araçtan araca değişmekle beraber bu hava koridorunun, 0.25 saniyelik mesafe olduğunu düşünelim. Kişisel düşüncem, pistin DRS bölgesi için iki araç arasındaki fark ölçüldüğü çizgide, o iki araç arasındaki fark eğer 0.25 saniye veya daha az ise DRS çalışmasın ve geçişin, doğal yollardan yapılması sağlansın. Yani örnek olarak DRS, iki aracın arasındaki fark 0.25 ile 1.25 saniye iken çalışabilsin; daha çok veya daha az iken çalışmasın. Bu, arkada araçların öndeki aracın hava koridoruna kadar girmesini sağlar ama öndekinin avlanmasını da biraz zorlaştırır. Takip etmesi kolay olmayabilir ama şu anda da yarışların kolay takip edildiğini söyleyemeyiz.

Bunun dışında Ferrari'nin kaydettiği aşama dikkate değerdi. Alonso, yarıştan önce, bu yarış için getirdikleri geliştirmelerin çok önemli olmadığını söylemişti ama ya elini göstermedi ya da kendisi de böyle bir şey beklemiyordu. Yine de Vettel, çok rahat bir galibiyet aldı. Bu seneki şampiyona, bu gidişle 2010'dan çok 2009'a benzeyecek gibi. Webber'in de pek formda olmadığını söyleyebiliriz, geçen seneki gibi takım arkadaşını zorlayamıyor. Bunun dışında günün en güzel sürüşleri sondan başlayıp puan alan Kobayashi ve 16. başlayıp 9. olan Buemi'ye gitti diyebiliriz. Mansiyon ödülüne de gittikçe gelişen Petrov'u aday gösterebiliriz bence.

Kaybedenlerin başında Mclaren'ler geliyordu. Hamilton, agresif sürüşü ve standart stratejisi sayesinde uzak ara dördüncü olabildi, Button ise kötü strateji kurbanı olarak ancak altıncı. Şimdiden söyleyeyim, Mclaren'ler bizim yarışmada baya birilerini yatırdı. Bunun dışında Massa ve Schumacher, adlarını Williams'ın yanına yazdırdılar. Williams içinse diyecek bir şey yok heralde. Sadece üzücü.

Böylece Istanbul Park'ın 7 yıllık kontratı da dolmuş oldu. Bundan sonra yarışların olup olmayacağını bilmiyoruz, umarım ki olur. Serhan Acar, olumlu gelişmeler olduğunu ama hiçbirşey netleşmediğini söyledi. Pistimiz güzel, Türk olmasa da yabancıların bolca geldiği bir yer. Ayrıca evden çıkıp F1 yarışına gitmek ve akşam eve dönmenin keyfi de paha biçilmez. WRC gibi elimizden kaçmasın bu yarış da. Umarım.

06 Mayıs 2011

Volkswagen WRC'de



Mitsubishi, Subaru, Peugeot, Skoda ve Suzuki'nin gidişinin ardından Dünya Ralli Şampiyonası'nda yarışan fabrika takımı yıllardır sadece 2 idi. Ford ve Citroen, her ne kadar bu işe gereken önemi verseler de şampiyonanın nabzını tek başlarına yukarıda tutmaları zordu. Hele de üstüste 7 kez şampiyon olan Loeb ile artık kimse WRC'ye dönüp bakmıyordu. Maliyetleri düşüren kural değişiklikleri ile beraber MINI'nin spora geri dönüşü, bu trendin tersine işlemeye başladığının bir göstergesi oldu. Bir süredir de Volkswagen'in parkurlara geri döneceği konuşuluyordu, daha önce bu blogda da yer vermiştik.

Bugün gelen haberler bu yüzden çok sürpriz değil. Yine de heyecan verici ama. Volkswagen, Polo ile Dünya Ralli Şampiyonası'nda boy gösterecek. Asıl ilginç haber, aracın testlere başlamış olması ve bu senenin sonunda deneme amaçlı rallilere katılabilecek olması. Bu, çok iddialı bir süre tahmini ama VW, altından kalkamayacağı sözler söylemez diye tahmin ediyorum. Firmanın motorsporları direktörü Kris Nissen'e göre 2012'yi de, MINI'nin bu sene yaptığı gibi test yaparak geçirecek olan VW, 2013'te full programa başlayacak ve en az 3 sezon WRC'de kalacak. Bir yandan da Skoda ile bazı rallilere katılıp teknik ekipleri de WRC'ye hazırlamak gibi bir planı var firmanın. Kris Nissen, henüz pilot açıklamamalarına rağmen Carlos Sainz'ın gerektiği yerde test pilotluğu yapacağını da sözlerine ekledi.

Bununla beraber, Toureg ile son 3 Dakar'ı kazanan firma bu sene Güney Amerika'daki yarışa fabrika takımı olarak katılmayacak. Yine de özel takımlara Dakar Toureg'lerini verecekler. Bir yandan da uzun süredir konuşulan VW Grup-F1 flörtü vardı. Şu ana kadar hiç bir firma hem WRC hem F1 programlarını aynı anda başarılı bir şekilde yürütemedi. VW bunu yapabilir mi? Çatının altında çok ciddi motorsporları geçmişi olan bir çok firmayı barındıran VW niye yapamasın ki bunu. Dün Sardinya'daki sunumda bulunan bütün yöneticiler, WRC'nin masrafları düşüren yeni kurallarının, seriye katılma kararında çok etkili olduğunu söyledi. 2013'ten itibaren F1'de de yeni motor kuralları olacak ve bu, direkt VW markasıyla olmasa da Porsche, Audi veya başka bir marka için istenebilen bir yol olabilir. Bir yandan da firmanın Le Mans'da da yarıştığını unutmayalım.

Le Mans, Paris-Dakar tarzı Rally Raid'ler, WRC ve F1? Yapılabilirse tahmin edilmesi güç bir imaj çıkar ortaya. 

04 Mayıs 2011

Imola 94 Part:1 (Başlangıç)

30 Nisan'da Roland Ratzenberger'i, 1 Mayıs'ta Senna'yı birer büyük resim ve özlem duyguları ile anmak yerine daha kapsamlı bir yazı dizisi ile Imola'da 1994 sezonunun üçüncü yarışında olanları daha derinlemesine inceleyecek bir yazı dizisi yazmak gerekir diye düşündüm. Aşağıda okuyacağınız yazı, bu yazı dizisinin ilk bölümü; yarış öncesini anlatıyor.

-------------------------

JJ Lehto, evden çıkıp elinde bavuluyla aşağı indiğinde onu bir Porsche bekliyordu. Isviçre-Imola arası çok uzun değildi, sohbeti güzel kişi Roland ile beraber göz açıp kapayana kadar biterdi zaten.

Roland Ratzenberger, yeteneğinden çok azmi ile öne çıkmış, muhabbeti güzel, ayakları yeren basan bir Avusturyalı olarak 34 yaşında F1’e giriş biletini almıştı. Bugünlerde Virgin takımı ile CFD denemeleri yapan Nick Wirth, Max Mosley ile beraber kurduğu Simtek’i 1994’te bir Formula 1 takımına döndürürken, Jack Brabham da ortağı olmuştu. Bu ortaklığa karşın pilotlardan biri de oğlu David Brabham olurken, diğer koltuğa ise işte o enteresan Avusturyalı yerleşti. 1993’te Williams şampiyon olurken onlara çok yardımcı olan aktif süspansiyon ve sürücülere yardım eden diğer elektronik sistemlere göre hazırlanan Simtek’in ilk aracı, 1994 için bu sistemler yasaklanınca kısa bir sürede tekrar dizayn edilmiş ve gridin en dibine demir atmıştı. Ratzenberger, Brezilya’daki sezonun ilk yarışında sıralamaları geçememişti bile. Ama son şampiyon Williams bile aynı sebepten zorlanıyordu.

Alain Prost, 1993’te şampiyonluğa ulaşırken Williams, o senenin en iyi aracı olarak öne çıkıyordu. Özellikle artık Honda motorlarına erişimi olmayan Mclaren’den çok daha iyi olduğu açıktı. Kazanmak için doğan ve kazanmaktan başka hiç bir şeyi düşünmeyen, kazanmak yolunda her bedeli ödemeye hazır Senna için kazanamayacak bir aracı sürmek kabul edilebilecek bir şey değildi. O yüzden 1994 sezonunda Mclaren’de değil Williams’ta olmalıydı; bu, yıllardır can düşmanı Prost ile takım arkadaşı olmak anlamına gelse bile. Senna, Frank Williams’a, ücret bile almadan yarışabileceğini söylese de Prost, böyle bir şeye yanaşmayı düşünmüyordu. Mclaren’den ayrıldığından beri hem Ferrari hem Williams kontratına Senna ile takım arkadaşı olmayacağını yazdırmıştı. 1993 şampiyonluğuna koşarken perde arkasında Senna’nın Williams ile yarışma isteğini görüyordu ve sezon sonunda kararını verdi: Emeklilik vakti bu sefer kesin olarak gelmişti.

93 sezonunda Mclaren’deyken pilotlara yardımcı elektronik sistemlerin yasaklanması için elinden geleni yapan Senna, 1994’te Williams’a geçince yaptıklarından pişman oldu. Altındaki araç, yasaklarla beraber eyerleri alınmış bir canavara dönüşmüştü. Daha ilk testlerden itibaren FW16’dan hayal kırıklığı yaşayan Senna, hiç kimsenin beklemediği bir şeyi yaptı. Fransa’daki evinde çalan telefonu açan Prost, karşısında 1989 ve 1990 Suzuka yarışlarını altalta üstüste bitirdiği Senna’nın sesini duymayı beklemiyordu ama eski can düşmanı karşısında, kendisini F1’e geri döndürmek için yalvarıyordu. Bir yandan da araçların güvenliğinden, Williams’ın oturuş pozisyonunun rahatsızlığından, genç pilotlardan bahsediyordu. Prost, bir süre Mclaren ile geri dönme ihtimalini düşünse de sonunda vazgeçti.


1994 sezonu, Alain Prost’suz, Interlagos’ta başladı. Ayrton Senna da Silva, pol pozisyonunu kapmıştı ama Schumacher’in Benetton’unda, yasaklanan sistemlerin, özellikle de çekiş kontrolünün varlığından şüphe ediyordu. Yarışta ilk iki sırada giden Senna ile Schumacher beraber pite girdi ve pitlerde Alman, Brezilyalı’yı geçti. Daha sonra Senna, spin atıp yarışdışı kalırken Schumacher sezona galibiyet ile başladı.

Sezonun ikinci yarışı, Pasifik GP’si adı altında Japonya’nın Aida pistindeydi. Senna yine polü kapmıştı ama ilk turda Hakkinen’in arkadan çarpmasıyla kontrolünü kaybetmiş aracına Larini de vurunca yarış onun için erkenden bitmişti. Schumacher ise ikide iki yaparak, Avrupa sezonuna Senna’nın 20 puan önünde giriyordu.

Williams’a geçmek için elinden geleni yapan Senna için sezon, hiç de umduğu gibi başlamamıştı ve bu, kendisini pek mutlu etmiyordu doğal olarak. Ama kafasını kurcalayan başka konular da vardı. Portekiz’in cennet köşelerinden Algarve’deki evinde yeni bir heyecan, çevresinde fırtına ile geliyordu. Ayrton, Brezilya’ya gidip gelmektense ilk defa bütün sezonu Portekiz’de geçirmeye karar vermişti ve kız arkadaşı Adriane Galisteu da yanına taşınmak üzereydi. Ama Da Silva ailesi, 21 yaşındaki modeli onaylamıyordu ve Ayrton, ailesine düşkünlüğü ile aşkı ve inatçılığı arasında kalmıştı. Abi Leonardo, Imola yarışından önce Algarve’ye gelmiş, onu ikna etmek için elinden geleni yapıyordu. Haftasonu da Imola’ya beraber gidecekler, orada da ikna turlarına devam edecekti. Ama bu, da Silva ailesinin son şansıydı; Adriane’nin bavulları hazırdı. 1 Mayıs’ta Brezilya’dan Portekiz’e geliyordu ve Ayrton’u, Imola dönüşü evde karşılayacaktı.

03 Mayıs 2011

Yarışma: Türkiye GP

Kural değişiklikleri ile beraber yepyeni bir Formula 1 döneminin başlangıcında ama kendi tarihinin sonunda bir Türkiye GP'si bekliyor bizi bu haftasonu. Çok kere yazdım, beraber konuştuk, tartıştık ama sonuç değişmedi. Kuvvetle muhtemel 2012'de takvimin sevilen pistlerinden Türkiye GP'si olmayacak. Tekrar tekrar yazmak istemiyorum, bir motorsporları kültürü yaratamadık, pazarlamasını beceremedik, kimse üstüne düşeni yapmadı ve kaçınılmaz son geldi.

Biz işimize dönelim, sonuçta elimizde bir yarışma var. Ünlü 8. virajımızın sağ taraftaki (özellikle de ön sağ) lastiklere bindireceği yükten dolayı takımların yaratıcı taktiklerle yarışması bekleniyor. Yol tutuşun az olduğu pistimizde lastiklerini koruyabilenler avantajlı olacaktır (gözler burada Sauber ve Ferrari'ye dönebilir). Ama önemli olanın doğru taktiği uygulamak olacağı kesin. Bir yandan da yağmur riski var ilk defa. Devlet Meteoroloji Işleri'nin sayfasında bir F1 hava tahmini bölümü var, henüz sadece salı çarşamba perşembe gözükse de yarış yaklaştıkça alakalı günleri de görücez heralde. Bu sayfa bile tek başına F1'i ne kadar hakkettiğimizi sembolize ediyor diyebiliriz.

Ve Türkiye GP'si sorusu: Yarışa gidiyor musunuz? Gidiyorsanız veya gittiyseniz burada anılarınızı anlatmak ister misiniz?

Gelelim tahminlere:

Pol pozisyonu: Vettel
Galibiyet: Hamilton
Podyum: Hamilton Vettel Button
EHT: Massa
Related Posts with Thumbnails