26 Temmuz 2011

Pitgirisi.com

Bir süredir, hatta aslında gereğinden fazla uzun bir süredir, bu blogu daha derli toplu bir platforma taşımak, ülkede saçma internet yasaklarından kurtarmak ve sizlere daha güzel bir platform sunmak için çalışmalar içindeydim. Sezon daha başlamadan başlayan çabalarım, bir süre önce gayriresmi, dün de resmi olarak meyvelerini vermiş bulunuyor. Artık bu blogun asıl adresi www.pitgirisi.com

Burada bana çok çok önemli katkılar yapan, hatta onlar olmasa bu aşamaya gelemeyeceğim iki insana da gani gani teşekkürü borç bilirim. Birincisi Pit Cafe'nin yazarı ve sahibi, sevgili arkadaşım Akay Perker. Uzun pizza geceleri, bol bol hüsran ve geyikten sonra dün gece artık son 100 metreyi de yanımızda bir kova tavukla geçirdiğimiz insan. Kendisinin güzel blogunu da herkese tavsiye ederim, Blog Ödülleri'nde de ikinci olmuştu en son yanılmıyorsam.

Akay ile takıldığımız noktalarda ise bize en kritik teknik yardımları yapan, bizden önce aynı temayı kendisi yüklemesiyle bizim geçtiğimiz yollardan şu an dönen ve kişisel olarak Türkiye'nin en iyi Formula 1 blogu/sitesi diyebileceğim efBir'in sahibi Ali Ünal'a buradan sonsuz teşekkürler. Kendisi olmasa bizim daha 40 kova tavukluk işimiz vardı. Tekrar tekrar teşekkürler.

Bir süre önce teknik aksaklıklarla da olsa yayına aldığımız ama kendine gelene kadar resmi açılışını yapmadığımız siteye artık hepinizi bekliyorum. Bu blogu silmeyeceğim, her zaman kalacak ama asıl yer artık orası. Sizlerle Pitgirisi.com'da görüşmek üzere...

22 Temmuz 2011

Yarışma: Almanya GP

Biraz geç kalmış da olsam Almanya GP'sinin yarışması ile karşınızdayım. Kusura bakmayın, işlerin ciddi yoğunluğundan dolayı kafamı kaldıramamış ve yazıyı yazamamış bulunuyorum. Antreman turlarından ilki de zaten şu dakikalarda koşulduğu için "antreman turlarından önce tahmin yazın" kaidesi geçerli değil :) Siz yine de elinizi çabuk tutun, sıralama turlarının başlangıcına kadar tahminleri yapın.

Benim tahminlerim şöyle:

Pol: Vettel
Galibiyet: Vettel
Podyum: Vettel, Alonso, Hamilton
EHT: Alonso

Vettel'in kendi evindeki yarışı, bir önceki yarışı kazanamamış olmanın verdiği hırsla alacağını düşünüyorum. Yine de Ferrari'nin gelişim hızını ve eski difüzör kurallarına dönülmesiyle Mclaren'in hızlanacağını da göz önünde bulundurmak lazım. Eğer bir de hava yağışlı olursa Kanada GP misali tırnak yediğimiz bir yarış olabilir.

Bu arada sizlere bu vesile ile bir kaç hafta önce yaşadığım Nürburgring maceralarını da hatırlatmak isterim, buradan buyrun.

15 Temmuz 2011

Audi Le Mans

Motorsporları, güzel anlatıldığında bütün Hollywood filmlerinden daha iyi olabiliyor. Bu da Audi'nin, bu seneki zorlu Le Mans zaferini derlediği videosu. Gerçekten çok güzel olduğu için, çok yaptığım bir şey olmasa da kısa bir post atıyorum. Videoyu dikkatimize getirdiği için Yalçın Pembecioğlu'na da bol teşekkürler.

13 Temmuz 2011

Yarışma: Ingiltere Sonrası

Valencia'dan sonra ilaç gibi geldi Silverstone gerçekten; Alonso'nun geliştirilmiş Ferrari'si ile aldığı sonuç, Massa ile Hamilton'ın çekişmesi ve geleneksel hale gelen Silverstone sonu Red Bull radyosu mesajları... Ama belki de bu haftasonunun en büyük olayı egzostlar hakkında hiç durmadan değişen kurallar oldu. FIA, kaş yapayım derken neredeyse göz çıkarıyordu. Henüz videosunu bulamasam da bu konu hakkında Christian Horner ile Martin Whitmarsh'ın atışmasını izlemek isterim açıkçası, bu tip şeyler çok fazla vuku bulmuyor. Neyse ki antreman turları arasında gidip gelen kural değişiklikleri, karşı çıkan son takımlar olan Ferrari ve Sauber'in de oluruyla Valencia'daki seviyesine çekildi ve sezon sonuna kadar öyle kalacak. Bu da demek oluyor ki egzost beslemeleri var ama sıralama ile yarış arasında "engine mapping" değiştirmek yok. Bunun şampiyonaya etkisini görücez önümüzdeki yarışlarda.

Bizim yarışımamıza girmeden önce ameliyat olduğunu beyan eden Çekirdekçi Tayfa'ya geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bizim yarışmada Alonso galibiyeti ve Webber polü, hemen hemen herkesi yatırdı. Kilit nokta Alonso'nun EHT'yi yapacağını tahmin etmekti, onu da Keyser Soze ile Nazlı yaptı. Onun dışında puanlar oldukça yakın.

Keyser Soze: 37+4=41
Sukullacı: 31+2=33
Sinanko: 29+3=32
Çekirdekçi Tayfa: 29+2=31
Nazlı: 24+5= 29
Cihan: 25+0= 25

Görüldüğü üzere ikincilik yarışında puanlar oldukça yakın. Keyser Soze ise adeta bir runaway bride gibi puanları kapıp kaçıyor. Tahmin yapmayı unutan Cihan ise maalesef bir adım geride kaldı.

Bir sonraki yarış 24 Temmuz'da Nürburgring'de (o küçük F1 pistinde, diğerinde değil).

11 Temmuz 2011

Die Grüne Hülle!

F1.com'da Fantasy Formula diye bir bölüm var, takip ediyorsanız görmüşsünüzdür. Burada Formula 1 pilotlarına bazı enteresan sorular soruyorlar, cevaplarını alıyorlar ve siteye yüklüyorlar. Sorulardan biri ¨hayatınız boyunca bir tek pistte araç yarıştıracak olsanız dünyanın hangi pistini seçerdiniz?¨. Bir sürü cevap var tabi ki ama bana garip gelen şey bir tek pilotun Nürburgring Nordschleife dememiş olması. Çünkü eğer bu soru bana sorulsaydı cevabım çok net bir şekilde o olacaktı.

Geçen hafta Rock Werchter festivalini izlemeye Belçika'ya, oradan da yakın bir arkadaşımı ziyarete Köln'e gittim. Ve hazır buralara kadar gelmişken, bir hayalimi daha gerçekleştirmeye karar verdim. Köln'den arabaya atlayıp yaklaşık 90 km güneydeki Nürburgring Nordschleife pistine gitmeye karar verdik Andreas ile.

Andreas'ın kız arkadaşının Nissan Micra'sını alıp yola koyulduk. Alman autobahn'ları, hız limiti olmamasıyla gönülleri alsa da nedense beni pek etkilemedi. Herhangi bir asfaltı düzgün otoban gibilerdi. Ama piste yaklaştıkça, pistin ruhunu her tarafta varlığını hissediyorsunuz. Otobanın üstünde Nürburgring tabelaları, kocaman panolarda pistte her hafta neler olacağı yazılı. Çıkıştan çıkıp Alman kırlarına girdiğinizde ise bir anda manzara değişiyor. Göz alabildiğine yeşil tonlarıyla bezeli pastoralliklerin arasında bir gidiş bir gelişlik yol ve yol üstünde binlerce modifiyeli Porsche'lar, Caterham'lar, BMW'ler ve niceleri. Bir anda araç skalası, bir yarış pistini andırmaya başlıyor.

Nürburgring, adını içinde bulunduğu (aslında çevrelediği de diyebiliriz) Nürburg kasabasından alıyor. Kasabanın geçim kaynağı pist. Evlerin yarısı otel ve her duvarda yarış arabaları çizimleri var. Ayrıca kasabanın hemen çıkışında Aston Martin, Jaguar, Dunlop, Bridgestone gibi önemli markaların büyük test merkezlerini görüyorsunuz. Buradan araçlar, piste geçiyolar ve test yapıyorlar. Ve görüyorsunuz ki herkes motorspor aşığı.

Biz buralardan geçip kasabanın öbür tarafındaki Rent Race Car adlı firmaya gidiyoruz. Bir sürü yer gibi, burası Nordschleife'de kendi aracını kullanmak istemeyenlere yarı-yarış otomobilleri kiralıyor. Nissan Micra'yı severiz, bir sıkıntımız yok o konuda ama oralara gidip Nürburgring'in hakkını vermek için farklı bir şey kullanmamızın elzem olduğu ortada. Kısa bir tanıtım ve kurallar toplantısından sonra yeni bebeğimizle tanıştırılıyoruz: VW Scirocco. 220 beygir, semi slick lastikler, yarış frenleri (seramik değil ama maalesef), roll-bar, aerodinamik eklemeler. Yani bir R8 olmasa da bildiğiniz Scirocco da değil.

Ilginç bir kaç noktayı burada belirtmeliyim. F1 pistine değil ama orjinal, Yeşil Cehennem denilen Nürburgring'in Nordschleife versiyonuna parayı basıp girebiliyorsunuz. Bu, genel olarak dünyadaki diğer efsane pistlerde çok kolay olacak bir şey değil. Bu yüzden her gün saat 5'ten sonra Touristfahren (Tourist Ride) denilen bir olay oluyor. Bizim de kullandığımız okazyon buydu. Ama bunun dışında yarım günlük paketler de alabiliyor ve istediğiniz aracı kullanabiliyorsunuz. Hatta araç kiralamanıza gerek yok, kendi aracınızla da piste çıkabiliyorsunuz. Bu sırada size kask vermiyorlar, isterseniz veriyolar. Ama kamera çekimi yasak. Daha önce isteyen istediği gibi kameraya çekebiliyormuş ama bazı kazaların Youtube'a koyulmasından sonra böyle bir yasak getirilmiş. Mantıklı, ama buralara kadar gelmiş bizi durduramazlar tabi ki.

Devam. Araca biniyoruz, daha Rent Race Car'dan çıkmadan ilk farkettiğimiz şey frenlerin çıkardığı ses. Hayatımda ilk defa yarış freni takılı bir araç kullandığımı farkediyorum o anda. Ama yine de herşeyin doğru olduğundan emin değilim, frenler inanılmaz yüksek bir ses çıkarıyor sanki. Kilometreler ilerledikçe hem ben alıştım hem de sürüş sırasında çok keyifli bir his verdi bu frenler.

Nordschleife'ye hakim olanlar için açıklayayım, bir tur başlangıcı pistin kısa start-finiş düzlüğünde değil, arkadaki uzun düzlüğün ortasında. Bu demek oluyor ki arka düzlüğünün tamamını kullanamıyorsunuz, ortasında sağa girip sıraya yerleşip manyetik okuyucuya kartınızı okutmanız ve tekrar piste konilerin arasından dönmeniz lazım. Belki de Nordschleife deneyiminin en tatsız tarafı buydu. Ama o kadar da olacak.

Pisti viraj viraj anlatmayacağım, onu aşağıdaki videoda yapıyorum zaten. Ama Gran Turismo'da bol bol oynadığımdan dolayı ezbere bildiğim pisti, oyun ile karşılaştırayım biraz. Itiraf etmem gerekir ki GT ekibi, pisti inanılmaz bir gerçeklikle oyuna yansıtmışlar. Herşey çok doğal geldi. Bir kaç farklılık da yok değil tabi ki. Mesela pistteki irtifa değişimleri, oyundakinden çok daha dramatik. Muhtemelen oyun, o kadar iniş çıkışlarla yapılsa oynaması ciddi zor olabilirdi. Özellikle pistin 3. sektöründeki inişler çıkışlar insana bir roller coaster yaşatıyor sanki. Bunun dışında oyunda bazı kaçış alanları, gerçeğinkinden çok daha fazla. Hızlı virajların dışlarındaki o çakıl havuzları yerine minik boşluklar ve kocaman armco'lar görmek biraz tırstırdı.

Bu kadar laftan sonra aslında videoya geçmek lazım. Önce uyarılar: Videoyu izleyince hayal kırıklığına uğradım çünkü kesinlikle yaptığınız hızı göstermiyor. 200 km civarına çıktığınızda bile pek anlaşılmıyor. Onun dışında ben aracı kullanırken videoyu Andreas çekiyor. Biraz sarsmış kendisi, o yüzden çok süper görüntüler olmadığını itiraf edeyim. Ben bir yandan sürerken bir yandan pisti anlatıyorum elimden geldiğince. Ama Andreas'a ayıp olmaması açısından Ingilizce anlatıyorum affınıza sığınarak.



Izlediğiniz video attığım ilk tur. 4 turluk paketlerden aldık, Andreas bir ben üç tur kullandım. Son turumda da zaman tuttuk. 9' 30''lik turumla aslında hiç fena da yapmadım. Rent Race Car'a geri döndüğümüzde bir kıyaslama yapmak açısından onlara altımdaki araçla iyi bir tur derecesinin ne olacağını sordum. Ilk defa çıkmamı göz önüne aldıklarında 11-12 dakikanın iyi sayılabileceğini belirttiler. Kendi zamanımı söyleyince ¨bize böyle şeyler sölemeyin ama bir yandan da baya iyi bir tur olmuş¨ demelerini egomu yükseltti itiraf ediyorum. Çünkü her ne kadar videosunu görmeseniz de son turda gerçekten sınırlara yakın gidiyordum. Hatta bir viraja fazla hızlı girdim ve yusuf yusuf duvara gidiyorduk, neyse ki girmedik. Aracın yapabileceği en iyi zaman 8 buçuk-9 dakika civarıymış. 9 dakikanın altına inmek için fazlasıyla risk almak ve pistte binlerce tur atmak gerektiğini söyledi oradaki Herr Eğitmen. GT'de yeteri kadar tur attığımı ve virajların hepsini bildiğimi kendisine iletmekten geri kalmadım. Bir dipnot daha: Dün Top Gear'in Nürburgring videolarını izledim. Jeremy Clarkson, bir Jaguar ile 10 dakikada pisti dönüyor.

Itiraf ediyorum, inanılmaz bir deneyimdi. Turlar bittiğinde kan ter içinde kalmış ama başka bir insana bürünmüştüm. Bundan sonra araç kullanmaktan aynı zevki alabilir miyim bilmiyorum, eğer bunu geçecek bir deneyim varsa muhtemelen daha fazla para biriktirip Nürburgring'de daha dehşet bir araç kullanmak olabilir. Ama beynimin bir kısmının Alman asfaltlarında kaldığını ve hala gün içinde bazen attığım turları kafamda döndürdüğümü söyleyebilirim.

Nordschleife seferinden diğer resimleri görmek için buyrun burdan...

10 Temmuz 2011

En Yakın Düşman

(Yazıyı iki hafta önce yazdım ama ancak bugüne bitirebildim kusura bakmayın, konu zamansız olduğu için yine de ekliyorum.)

Motorsporlarında bir pilot olarak kendini kanıtlamanın en önemli kriteri, senle (genelde) aynı ekipmanı kullanan takım arkadaşını geçmektir. Ve pilotlar, bunu başarmak için Makavelist olmaktan hiç bir zaman geri kalmazlar. Tarihin en kanlı bıçaklı takım arkadaşları muhtemelen Alain Prost ile Ayrton Senna'ydı. Aralarında 7 şampiyonluk bulunan iki muazzam pilot, özellikle şampiyonluk için başbaşa kaldıkları zaman birbirlerine karşı bazen gerçek anlamda öldürücü darbeler vurmaktan çekinmediler. Suzuka 89 ve Suzuka 90, böyle bir hikayenin ulaşabileceği en epik noktalar da diyebiliriz.

Montreal'de Button ile Hamilton'ın çarpışması ve Hamilton'ın yarışdışı kalması son derece yumuşak bir şekilde atlatıldı diyebiliriz Mclaren kampında. Ne yumruklaşmalar, ne konuşmamalar. Herşey tatlıya bağlandı (gibi duruyor), Button'ın galibiyetini Hamilton da kutladı vs. Bunun önemli sebeplerinden biri Jenson ile Lewis'in insan olarak da iyi anlaşıyor olmaları. Ama kişisel olarak, bu olayın büyümemesinin en büyük sebebinin, şu anda Mclaren'in şampiyonluk kazanacak durumda olmaması olduğu düşünüyorum. Eğer şampiyonluk iki Mclaren pilotunun arasında geçseydi, bu çarpışmayı hiç bir dostluk müessesi kaldırmazdı. Burada akıllara hemen Istanbul Park 2010 geliyor doğal olarak. Başa oynayan ve şampiyonluk mücadelesi veren iki pilot, takım arkadaşı olsa da, artık arada dostluk pek kalmıyor. O kadar şampiyonluk olarak da düşünmeyin sadece. Toro Rosso pilotları, bu senenin başındaki testlerde aracın iyi olduğu ve her yarış puana oynayabileceği anlaşıldığı an kavga etmeye başladılar. Onların arkasından ateş gibi gelen Ricciardo faktörü de önemli tabi ki. 

Ve daha yeni bir hikayeye gelicem aslında. Bir nevi Prost-Senna hikayesi, bu sefer ralli parkurlarından. Sebastian Loeb. Tanımayanınız yok. Rallilerin efsanesi, son 7 senenin şampiyonu, bu senenin de şampiyona lideri. Sebastian Ogier ise Citroen'deki takım arkadaşı. Geçen sene Citroen'in Junior takımından fabrika takımına yarı zamanlı adım atmıştı, bu sene ikinci pilot oldu. Aynen Prost'un Senna geldiğinde halihazırda şampiyon ve en iyi pilot olması gibi biraz. Geçen sene Loeb, Ogier'in en büyük destekçilerinden biri iken ikilinin arası, Ford'un Ogier'e sezon arasında yaptığı teklif ile hafif bozuldu. Loeb, Ogier'in teklifi kabul etmesi gerektiğini düşünüyordu. Yani bir bakıma genç Fransız'ı istemiyordu. O günden beri Citroen içindeki kaynaklar, iki vatandaşın çok iyi geçinmediğini söylüyor.

2011 sezonunda, kural değişiklikleri de Citroen'i durduramadı ve Isveç Rallisi hariç bütün yarışların ardından Fransız milli marşı çalındı. 3 zafer Loeb'e, 3 zafer Ogier'e. Loeb kazanamadığı yarışlardaki istikrarından dolayı hala Ogier'in 22 puan önünde olsa da (ve aralarında Hirvonen de olsa), bir gün Loeb'ü tahtından indirecek biri varsa o da Ogier gibi geliyor bana ve ralli camiasındaki bir sürü insana. Bu yüzden de takım içindeki gerilim gittikçe artıyor. Ve en son Akropolis Rallisi'nde de bu gerilim had safhaya çıktı.

Ikinci günün sonunda lider giden Ogier, Loeb'ün son günde de yolu süpürmesi için son saniyede yavaşlayarak taktik yaptı. Buraya kadar çok enteresan bir şey yok çünkü rallilerde son yıllarda taktik kullanmak standart oldu. Ama Loeb 'ün isyanı, hem takım arkadaşı olarak Ogier'in bunu yapmasına hem de Ogier'e hedef zamanlar verip ona yardım eden ama kendisine yardım etmeyen takımına. Böylece Akropolis Rallisi'nin son gününde de yol süpürmek zorunda kalan Loeb, sabah etaplarında Ogier'e dayansa da öğleden sonra avantajını yitirerek geçildi.

Loeb, yaş olarak da artık pek genç sayılmaz. Bütün kariyerini Citroen'de geçirdikten sonra bu sene emekli olacağı konuşuluyor. Bir başka dedikodu da ralli parkurlarına uzun bir aradan sonra geri dönecek Volkswagen takımına geçmesi. Prost-Senna benzetmesine dönecek olursak, o sırada daha tecrübeli olan Prost ilk önce takım değiştirip Mclaren'den Ferrari'ye gitmiş, oradan da bir senelik ara vermişti. Ama Williams ile yaptığı geri dönüş, 1993 yılında ona son şampiyonluğunu getirmişti. Loeb'ün vereceği kararlar bakalım ne olacak...

04 Temmuz 2011

Yarisma: Ingiltere GP

Sevgili okurlar, bu sefer gecen sefer yaptigim gibi yarismayi unutmuyorum ve baslatiyorum. Kusura bakmayin, su anda yurtdisinda oldugumdan dolayi cok uzun yazamiyorum ve Turkce karakterler yok ama bu sefer boyle olacak, tekrar kusura bakmayin.

Pol: Vettel
Galibiyet: Vettel
Podyum: Vettel, Webber, Alonso
EHT: Vettel

Silverstone'da, butun engellere ragmen, Red Bull'larin kolay kolay gecilecegine inanmiyorum gordugunuz uzere.

Umarim sizler de iyisinizdir, yakinda bir suru yazi ile gelecegim karsiniza; sadece memlekete donmem lazim once. Kendinize iyi bakin.

25 Haziran 2011

Audi grrrrR8

Bir Audi R8 ile Istanbul Park'ta tur atmak... Bu yazı tamamen bununla alakalı. Kullanırken nasıl gülmekten duramadığımız, sırıtmaktan çenemizin ağrıması, beklerken nasıl heyecanlandığımız, aracın içinde nasıl mutlu çocuklar gibi olduğumuz, bittiğinde hala aklımdan kare kare bütün turu ve o motorun sesini tekrar düşündüğüm... Bu ve bunlar gibi bir sürü detay hakkında bu yazı.

Audi blogger'lar olarak beni, Akay Perker'i ve Yalçın Pembecioğlu'nu çağırdığından beri R8'i Istanbul Park'ta kullanacak olmanın heyecanı gün içinde hep yakalıyordu. Ve gün gelip çattığında, yaşadığımız deneyim belki de beklediğimizden de iyiydi.

En başta R8 ve organizasyon... Tek satırda anlatmak gerekirse kullanması kolay bir canavar! Ilk kullandığım arkadan motorlu araç, hem de bir V10. Sürerken araçtaki kameraya Jeremy Clarkson gibi konuşasım ve bir yandan da ¨ow this is incredible, just listen to that noise¨ diyesim geldi. Audi yetkililerinin bize verdiği kısa ama önemli brifingin ardından, işinin ehli eğitmenlerimiz eşliğinde Istanbul Park'a çıktık 3'erli gruplar halinde. Aynen F1'deki gibi pist, 3 bölgeye ayrılmıştı. Buralarda teker teker turlar attık, pisti öğrendik. Daha sonra da tam turlara çıktık. Yani Audi, bilgi ve sunumlarla boğmadan, gerçekten deneyim üzerine yoğunlaşan çok güzel bir organizasyon yapmış, en başta bunun için teşekkürler. Eğitmenlerimiz araçlarından telsiz ile bize an an müdahale edebildiler. Bu esnada apex'leri anlatmalarından, kullandıkları terimlerden, analizlerinden adamların ne kadar ciddi yarışçılar olduklarını anlayabiliyorsunuz. Hatta kendileriyle oturup viraj viraj Nürburgring Nordschliefe konuşabilmek bile kendi başına bir zevkti.

Direksiyonun arkasındaki kulakçıklardan birinci vitese attığınız an sanki araçla bir oluyorsunuz. Pitten çıkıp pistin yukarı çıkan ikinci virajına vardığınızda arkanızda sanki bir fırtına var, sizin kontrol ettiğiniz bir fırtına. Ve viraj için her vites düşürdüğümüz anda çıkardığı seslerle hayal kırıklığını ifade ediyor sanki; hani daha hızlı gidecektik, hadi hadi! Araçlardan çıktığımızda değişik safhalardan geçtik üç blogger olarak zaten. En başta konuşmadık, daha sonra sadece güldük, sonraki safhada ¨hahaha, süperdi, inanılmaz¨ diyebildik sadece. Aracın gücünün fiziksel etkilerinden bahsedersem belki daha açıklayıcı olabilir. Mesela aracın gücü o kadar yüksek ki attığım 12 turda lastiklerin performansının artıp azaldığını hissedebildim; aracın içinde sallanmamak için iki dizimi iki tarafa o kadar sert sabitlemişim ki akşam dizlerim ağrıyordu; Akay 4 hızlı turdan sonra mide bulantısından şikayetçi oldu; konsantrasyondan dolayı dişlerimizi sıka sıka hepimizin çenesi ağrıyordu gün sonunda. Ama yetti mi? Asla...

Ve Istanbul Park... Yıllardır en büyük hayallerimden biriydi ülkemizin F1 pistinde araç kullanmak. Eğer herhangi bir araç kullansaydım, pistin genişliğinden dolayı muhtemelen hiç bir şey anlamayacaktım. Ama arkanıza 525 beygiri oturttuğunuzda derin bir oh be çekiyorsunuz. Keşke çocuklar bizim kadar şen olsa... Mesela startın sonundaki iniş beklediğimden daha dik ve oradan burnunuzu indirmeden ilk virajın apeksini göremiyorsunuz. Yani oldukça kör ilk viraj, yıllardır nasıl bu kadar az kaza oldu startlarda, inanması zor. Hızlanmayla geçilen yokuş yukarı ikinci viraj, tam gaz alınıyor ve R8'in bütün gücünü hissediyorsunuz. Turun en teknik anlarından biri 3-4-5. virajlar. Aslında yavaş ama yükseklik değişimleri sert olan ve çıkışındaki düzlüklerden dolayı çizgiyi güzel oturtmak zorunda olduğunuz bir bölüm burası.

Ve sekizinci viraj. Ilk geçişimde özellikle baya yavaş geçtiğimiz için oranın 8. viraj olduğunu farketmesem bile sonradan kendini belli ediyor. Burayı dörde ayırırsak ilk iki bölümünün aynı derecede geçildiğini söyleyebiliriz, ilk apekse uzaktan ikinciye yakından geçiyorsunuz. Üçüncü bölüm nispeten daha düz, o yüzden direksiyon açısı daha düzleşiyor ama son bölümde apeksi öpmek gerektiği için bir anda dikleştiriyorsunuz açıyı. Buradan da 9. viraja kadar pedalın kapandığı bir yokuş aşağı bölüm var. 8. virajın niye gerçek bir efsane olduğunu buradan geçerken anlıyorsunuz. R8, lastikleri inim inim inletiyor, boyunlar sola yatıyor, her an koptuk kopacağız diye hissetsek de araç hep çizgide kalıyor, üçüncü bölümdeki tümsekli asfaltta bile.

11. viraj belki de pistin en keyifli anlarından biri. Arka düzlüğü ikiye ayıran bu çukur virajda, R8in sınırlarını zorlamamış olsak bile 190 km'deydik. O hızdaki yön değişikliğinin keyfini çok az şeyle açıklayabilirim. Arka düzlüğün sonundaki yavaş virajlar serisi ise aslında arabanın içinde bizi bir sağa bir sola sonra tekrar sağa sallıyordu. Ve oradan start finiş düzlüğü, arkadan koşturan 525 beygir ve sağ pedal. Galiba içimdeki yarışçı ortaya çıktı o gün.

Bol bol resim koyacağım zaten ama iki şeyi daha anlatmam lazım. Biri aracı paylaştığım Akay, kendi turlarını atarken ben de padok alanında yeni A6 ile slalom pistinde ¨asfalt ağlattım¨ biraz. Hiç de küçük olmayan araç ile konilere o kadar dengeli ama bir o kadar çılgın saldırıyordum ki eğer o gün kullandığım diğer araç R8 olmasaydı üstünde uzun uzun yazılabilirdi. Gerçekten yol tutuşu etkileyici, keskin virajlara giriş hızım ile çıkış hızımın sınırlarını aradım ve her turda daha da yukarı çekebildim.

Diğer not ise garajda uykuda bekleyen turuncu R8 V10 GT. Resimlerde de göreceksiniz zaten. Kendisini uykusundan uyandırmak ve kaslarını açmak isterdim.


Audi'ye bize verdiği bu fırsattan dolayı teşekkür ederim. Kendim de bir Audi kullanıcısı olarak oradan bulunmanın keyfi, markanın sosyal medyayı kucaklaması etkileyiciydi. Audi Türkiye'nin facebook sayfası da ayrı güzel, yaptıkları videoları buraya koyamasam da oradan kesinlikle bakmanızı öneririm. Bizimle de röportaj yaptılar ama heyecandan pek fazla bir şey diyememişim maalesef. Yalçın ise döktürmüş, siz onu dinleyin.

Resimlerin tamamı için buraya!




Yalan Olan Valencia Yarışması

Sevgili okuyucular,

Ilk defa bir yarışma postunu yazamadım, sizlerden özür diliyorum. Çarşamba yazısını bugün yazacağım bir etkinliğe davetliydim, perşembe ve cuma da iş için şehir dışına çıktığımdan bilgisayar yüzü göremeyince Yarışma: Valencia GP adlı bir post yazamadım. Zaten Vettel yine pol'ü aldı, hemen hemen herkes de onu yazacaktı. Ayrıca biliyorsunuz ki Valencia çok bayık :)

Neyse, hepinizden özür diliyorum. Silverstone yazısını bugünden yazıp hazırlicam. Kusura bakmayın

17 Haziran 2011

Imola 94 Part 3: Roland

30 Nisan 1994. Saat 1’de başlayacak ikinci sıralama turları için mühendisler, pilotlar ve seyirciler pistte toplanırken medya mensupları Jordan kamyonlarının yanındaydı. Saçları henüz beyazlamamış bir Eddie Jordan’ın yanında gencecik, kolu bandajlı, burnu kırık bir Rubens Barrichello vardı. Daha sonra Rubens ile Ayrton, son kez olduğunu bilmeden ayaküstü muhabbet ettiler. Rubens, Ingiltere’ye gidip yarışı evden izleyeceğini ama Monako’da yarışabileceğini söyledi ve iki vatandaş vedalaştılar.

Senna, cuma günkü ilk sıralama turlarında elde ettiği derece ile hala ilk sıradaydı ama herkesin derdi kendine göreydi Imola’da. Roland Ratzenberger’inki pol değil, Simtek’ini yarışa sokabilmekti. Aracının bütün potansiyelini kullanırken pist dışına çıkmış ve ön kanadı hasarlanmıştı Avusturyalı’nın ama pite girmeyerek bir hızlı tur atmaya daha karar verdi. Start finiş düzlüğü ve Tamburello’yu geçti ama uzun düzlüğün sonundaki Villenueve virajında gevşek ön kanat yerinden çıkarak aracın altına girdi. Artık Roland Ratzenberger, kendi aracında bir yolcuydu. Solundaki dış duvara vurduğunda aracı dağılmış ama pek fazla hız kaybetmemişti. Sonunda araç durduğunda Roland’ın kafası yana yatmıştı. Barrichello’nun kazası ile zaten gergin olan F1 camiası, bu sefer Ratzenberger’in kazasının daha da ciddi olduğunu anında farketti. 

O sırada hızlı bir turda olan Damon Hill, Simtek aracının hemen ardından kaza bölgesinden geçtiğinde araç parçaları ile aracın kendisinin arasındaki mesafenin büyüklüğünden, durumun vehametini anlamıştı. Prof. Sid Watkins’i taşıyan Tıbbi Araç, kaza olduktan 25 saniye sonra Ratzenberger’e ulaştı ama kaskı çıkarılan Ratzenberger’in beyin ölümü gerçekleşmişti bile. Ambulans ile hastaneye yetiştirildi Avusturyalı pilot ama haberlerin iyi olmasını kimse beklemiyordu.

Takım arkadaşı Damon Hill’in aksine Senna, o sırada garajda aracının içindeydi ve kazayı da oradan izlemişti. Ilk şoktan sonra aracından çıktı ve görevlilere ait bir aracın içine atladı. Hemen kazanın olduğu yere gitmek istiyordu. Tamburello’dan geçip Villenueve virajına geldiklerinde araç duruyordu ama Ratzenberger gitmişti. Dağılmış Simtek’i inceledikten sonra yapacak bir şey olmadığından geri döndü ve bir önceki gün yaptığını tekrarladı. Tıbbi Müdahale Merkezi’ne ön taraftan giremeyen Senna, arkadaki çitlerin üstünden içeri girdi, bu sefer karşısında aynı zamanda çok yakın dost olduğu FIA doktoru Sid Watkins çıktı. Sid Watkins: “Ona Ratzenberger’in klinik olarak öldüğünü söylediğimde omzumda ağlayamaya başladı. Bir beyin cerrahı olarak pek çok ölümle karşılaştım ama o sırada farkettim ki Ayrton, ilk defa gerçek anlamda ölümle yüzleşiyordu. Ona (gel yarınki yarıştan çekil, hatta tamamen yarışmayı bırak, beraber balığa çıkalım, kafa dinleyelim) dedim. Bana (bazı şeyler üstünde kontrolün yoktur, bırakamam, devam etmem lazım) dedi”. Odadan çıkarken FIA’nın Medyadan Sorumlu Delegesi Martin Whitaker ile çarpıştı Senna. Whitaker ona ne olduğunu bilip bilmediğini sordu, Senna sadece buz gibi bakışlar attı ve devam etti.

Williams garajına gidip Ratzenberger’in ölümünü Patrick Head ve Damon Hill’e de söyleyen Senna, daha sonra yarış tulumunu çıkardı ve garajdan ayrıldı. Psikolojisi altüst olmuştu. Bu sırada Williams ve Benetton takımları, sıralama turlarından çekildiklerini açıkladılar. Roland ile beraber piste gelen JJ Lehto, Benetton pistinde yere oturmuş ağlıyordu. Damon Hill, eşi ve Senna’nın basın danışmanı Betise Assumpçao’nun oturduğu Williams motorhome’undaki masaya geldi sonradan Senna. Ve tekrar ağlamaya başladı. Hill uzun uğraşlarla onu yerden kaldırana kadar da ağlamaya devam etti. Senna’nın duygusal olarak yıkılmış olmasını uzaktan takip eden Frank Williams, Assumpçao’ya, günün ilerleyen saatlerinde Ayrton ile konuşmak istediğini iletti. O ise polü kazanmış olmasına rağmen basın toplantısına bile gidecek durumda değildi. Normalde ceza gerektiren bu harekete, gün içinde olanları dikkate alan yetkililer, kayıtsız kalmayı tercih ettiler. Yine de Brezilyalı, komiserler karşısına çıktı. Görevli bir aracı izinsiz bir şekilde piste sokturduğu için FIA Daimi Komiseri John Corsmit ile ciddi tartışma yaşayan Senna’nın sinirleri iyice gerildi ve günün geri kalanında kimse onla konuşamadı. Sadece Niki Lauda, pilotların eskiden olduğu gibi birleşip bu tip konularda omuz omuza durması gerektiğini, bunun için de bir sonraki yarış Monako GP’sinden önce toplanılması gerektiğini söyleyebildi.

Castello otelinde devam eden düğüne hiç takılmadan odasına çıktı Ayrton ve ilk yaptığı iş Adriane’yi aramak oldu. Ilk sözleri kendini çok boktan hissettiğiydi, hemen arkasından da tekrar ağlamaya başladı. Adriane, Ayrton’un hala Rubens’in önceki günkü kazasından dolayı üzgün olduğunu düşünüyordu. Ratzenberger’in başına gelenleri anlattı daha sonra Ayrton ve “yarın yarışamayacak durumdayım, bu yarışla ilgili çok kötü hislerim var” dedi. O sırada Lizbon’da olan Adriane’nin Faro’ya gidecek uçağa yetişmesi gerekiyordu, o yüzden çok uzatamadılar. Yapacak bir şey yoktu, olan olmuştu. Her ne kadar gündüz olan kaza akıllarından gitmiyor olsa da Senna ve ekibi, Romagnola’ya, Josef Leberer’in doğumgününü kutlamaya gitti. Ama kimse hiç bir şeyi kutlayacak modda değildi, yemekler yendi ve otele geri dönüldü. Yemek sırasında Ayrton, Josef’e Roland ile ilgili bir çok soru sordu. Ikisi de Avusturyalı’ydılar ve Josef, kışın testler sırasında Ratzenberger ile Senna’yı tanıştıran kişiydi.

200 numaralı suitine döndüğünde kapının önünde bir not buldu Senna. Frank Williams, onu odasına çağırıyordu. FW, konuştukları sırada Ayrton’u çok daha sakinlemiş ve kendine gelmiş buldu. Pilotu, ertesi gün yarışmaya karar vermişti. Yine de Josef Leberer, odasına günlük masajı yapmak için geldiğinde istemediğini söyledi ve onu gönderdi. Daha sonra da Adriane’yi aradı yine. Yarışmaya karar verdiğini, yarışı kazanacağını ve kazandığında da Roland’ın anısına Avusturya bayrağını sallayacağını uzun uzun anlattı. Sevgilisiyle konuşmak, modunu o gün ilk defa yumuşattı. Birbirlerine şakalar yaptılar. Ertesi gün 8.30 gibi orada olacağını, kendisini havaalanında karşılamasını söyledi Ayrton Adriane’ye. Ve telefonu kapadılar. 


Related Posts with Thumbnails