29 Aralık 2009

1 puan ve 5 şampiyonluk

2010 gridine bakınca uzun zamandır olmadığı kadar fazla eski şampiyon ve yıldız pilot gözüküyor. Schumacher, Hamilton, Alonso, Vettel, Button ve Massa. Bu isimlerin hepsi şampiyonluğa oynayabilir. Yani sezon büyük ihtimalle yakın puanlarla bitecek demektir.

Pit Girişi olarak tarihe dönüp bir baktık. 1984'te Niki Lauda'nın Mclaren'den takım arkadaşı Prost'un sadece yarım puan önünde ipi göğüslemesi dışında, şampiyonların tek bir puan ile galip geldiği yıllara bakalım dedik. Kim bilir, belki de sene sonunda bu listeye 2010'u da ekleyebiliriz.

1958 ve 1964:
Bu iki sezonu anlamak için o zamanın atmosferine geri dönelim. Kazanın 58'de 8/64'te 9 puan aldığı, her pilotun sadece en iyi 6 sonucunun hesaplandığı, 58'de en hızlı turlara 1 puan verildiği yıllar o zamanlar. 1958, aynı zamanda Fangio'nun yarışları bıraktığı ve markalar şampiyonasının başladığı yıl.

Ilk sezonumuzun baş atları Stirling Moss ve Mike Hawthorn. Bizim zamanımızdan bakınca şampiyonluğu olmayan en iyi pilot denilen Stirling Moss, Vanwall ile Mike Hawthorn'un Ferrari Dino'sunu galibiyetler konusunda ciddi eziyor, 4e 1. Ama Moss'un sıkıntısı, sadece 5 yarış bitirmesi; şampiyona puanına katkı yapacak 6. bir yarışı yok. Hawthorn ise çok daha istikrarlı. Sezon sonunda puan aldığı 6 yarıştan bir galibiyet var ama diğer 5'i ikincilik. Ama toplamda aldığı 49 puan, 6 en iyi skoru hesaplanınca 42'ye iniyor. Moss'un ise hiç bir puan düşmüyor, yine de 41'de kalıyor.

Ama 6 yarıştan puan alma kuralının asıl etkisi 1964'te çıkıyor. Bu yılın aktörleri Jim Clark, Graham Hill ve John Surtees. Clark, 1958'te Moss'un başına geldiği şekilde, toplamda zaten 5 yarış bitirebildiği için, en çok galibiyeti (3) alan pilot olmasına rağmen bir adım geride kalıyor. Hill ve Surtees ise 2'şer galibiyet ve 3'er ikincilik alıyorlar. Bunlar dışında Hill, Hollanda'da dördüncü, Belçika'da beşinci oluyor. Surtees'in elinde ise Ingiltere'deki üçüncülüğü var. Bu sonuçlarla aslen Graham Hill, 41 puanla John Surtees'in 1 puanla önünde sezonu bitiriyor. Ama kurallara göre Belçika'da aldığı iki puanı bırakıyor ve 1 puan geride bitiriyor sezonu. Böylece tarihte ilk defa daha fazla puan toplayan pilot, şampiyon olamıyor.

Yine de görüleceği üzere, bir pilotun sadece en iyi 6 bitişinden puan aldığı sistem, takibi ciddi zor ve mantıksızmış. Neyse ki daha sonra da vazgeçilmiş.

1976:
Zaman, Niki Lauda'nın zamanı. Ferrari'nin bodur Avusturyalı'sı, 1975 şampiyonluğundan sonra 76 için de net favori. James Hunt ise, bir önceki sezon Hesketh takımının ilk ve tek galibiyetini alsa da, bir türlü kazalardan uzak duramamasından dolayı hala "underdog" muamelesi görüyor. Beklendiği gibi Lauda, sezona fırtına gibi giriyor. Ilk 6 yarıştan 4ünü kazanıyor. James Hunt ise politikalarla çevrili. Ispanya'yı kazanıyor, sonra diskalifiye ediliyor, sonra karar döndürülüyor. Ingiltere'de ilk viraj kazasına kurban gidiyor, yedek araçla yarışmasına izin verilmiyor, seyircilerin protesto ile yarışa katılıyor ve kazanıyor, yarıştan sonra diskalifiye ediliyor. Yani sezon baya çalkantılı. Ta ki Nürburgring'de Niki Lauda'nın kazasına kadar. Ölümden dönen ve bütün vücudu yanan Lauda, hasta yatağından James Hunt'ın sezon içindeki puan farkını eritmesini izliyor. Ingiliz'in galibiyetlerine dayanamayan Avusturyalı, yatağından kalkıp kokpite oturuyor. Fuji'deki son yarışa da 3 puan önde geliyor.

Ingilizlerin uzun zamandır ilk defa bu kadar ilgi gösterdiği yarış, Bernie'nin çabaları sayesinde Formula 1 tarihinin ilk canlı yayınlanan yarışı oluyor. İşte tam bu sebeple, akıl almaz yağmur altındaki yarış iptal edilemiyor. Niki Lauda, ilk tur sonunda güvenlik gerekçesiyle yarıştan çekiliyor; James Hunt da üçüncü olarak ilk ve tek şampiyonluğunu 1 puan farkla alıyor. Lauda ise 1977'de ikinci şampiyonluğuna, 1984'te üçüncü şampiyonluğuna uzanıyor.

1994:
1994, 1 puan farkla biten mücadelesinden çok, Senna'nın San Marino'da kaza yapıp hayatını kaybetmesiyle anılıyor. Ama bir efsanenin bitişi, bir başka efsaneyi çıkardı da denilebilir. Williams ve Senna ikilisi, ilk 3 yarışta pol pozisyonu alarak gücünü göstermişti. Ama 3 yarışı da Schumacher kazanmıştı. Sezon boyunca Damon Hill ve Michael Schumacher, iki yarış hariç bütün hepsini kazandılar.

1994, şampiyonanın gidişatı olarak, ciddi şekilde 1976'ya benziyor aslında. Sezon başında Schumacher de Lauda gibi ciddi bir fark açmıştı ve şampiyonluğa koşar adımlarla ilerliyordu. Ingiltere'de siyah bayraklara uymamaktan, Belçika'da da teknik sebeplerden diskalifiye edilen, 2 yarış da ceza alan Alman, aynen Lauda gibi sezon ortasında, açtığı puan farkının erimesini izlemek durumunda kaldı. Bu durumdan yararlanan ise bir başka Ingiliz, Graham Hill'in oğlu, Damon Hill idi. Avustralya'daki sezon finaline Schumacher, Hill'in 1 puan önünde girdi. Ikili, startta Mansell'i geçip öne kurulmuşlar ve arkadakilerle arayı ciddi açmışlardı. Yani "atan alır" şeklinde bir mücadele içindelerdi. Ta ki Hill, Schumacher'i geçmek için atak yaptığında, Alman pilot kapıyı kapatıp ikili çarpışana kadar. Schumacher orada, Hill de pitlerde yarışlara veda etmiş ve Schumacher, ilk şampiyonluğunu 1 puan farkla kazanmıştı.

Schumacher, aynı manevrayı, 1997'nin son yarışına 1 puan farkla önünde girdiği Jacques Villenueve'e de yapmış ancak sadece kendisi yarış dışı kalınca JV tek şampiyonluğunu kazanmıştı. FIA, aynı zamanda Schumacher'i o senenin sonuçların diskalifiye etmişti.

2007:
Michael Schumacher, sezon öncesi yarışları bırakmış ve bir dönem kapanmıştı aslında. Yerine de Mclaren'in yetenekli ama soğuk, Iceman lakaplı Fin'i Kimi Raikkonen gelmişti. Bazılarına göre şampiyona, Ferrari'nin karakterine daha uygun olan ve bir kaç senedir takımda bulunan Massa ile geçen senenin şampiyonu, Renault'dan Mclaren'e geçen Alonso arasında olacaktı.

Hesaplarda olmayan iki adam, 2007'yi domine etti: Kimi Raikkonen ve Lewis Hamilton. Özellikle, sezon başlamadan Hamilton'a şans veren yoktu. Ama çaylak pilot arka arkaya podyumlarını Kanada'da ilk galibyete döndürdükten sonra aldı başını gitti. Ilk yılında, uzun süre lider kaldı. Bu arada en büyük rakibi de kendi takım arkadaşı Alonso idi. Bazen kapalı kapılar arkasındaki kavgaları ile, bazen pitte birbirlerini engelleyerek, bazen de puanlarla hep birbirlerini yediler. Son iki yarışa da Raikkonen'in önünde girdiler. Kimi'nin, aradaki 17 puanlık farkı son iki yarışta kapaması için ciddi bir mucize gerekiyordu. Şangay'da yarışı önde götüren Lewis, pite girerken (kabak lastiklerinin de etkisiyle) kum havuzuna saplanıyor ve yarışdışı kalıyordu. Kimi birinci, Alonso da ikinciydi podyumda.

Son yarış Brezilya ise uzun zamandır görülmemiş dramalara sahne olacaktı. Kimi'nin şampiyon olması için Alonso'nun üçüncülük, Hamilton'ın yedincilikten yukarı çıkmaması ve Kimi'nin yarışı kazanması gerekiyordu. Ikinci cepten yarışa başlayan Hamilton, vites kutusu arızası ile çok zaman kaybetmiş ve geriye düşmüştü. Massa önde, arkasında Kimi ve Alonso. Daha sonra pitstoplarda Ferrari, iki pilotunun yerini değiştirmiş ve şampiyonluk için Kimi'nin önünü açmıştı. Iceman 110 puanla, 109 puanlı Alonso ve Hamilton'ın önünde şampiyon olmuştu. 1 puanın 3 pilotu ayırdığı tek sezon olarak da tarihe geçti 2007.

2008:
Hamilton, 2007 Brezilya'nın acısını 2008 Brezilya'da çıkarmaya niyetliydi. En büyük rakibi Alonso, Mclaren'deki uyumsuzluğundan Renault'ya geri dönmüş ve gerilerde kalmıştı. Raikkonen ise istikrarsızlığının had safhalarındaydı. Sezonu 2 yarış galibiyetiyle kapayacaktı. Ama bu sefer karşısında, yıllardır şampiyonluk için sırasının gelmesini bekleyen Massa vardı. Ama ikilinin arasındaki mücadele, iki süper sürüşten çok, kim daha az basit hata yapacak şeklindeydi. Hamilton Kanada'da pit çıkışında duran Kimi'nin üstüne çıkmıştı, Massa Singapur'da benzin hortumuyla pitten ayrılmıştı vs. Ve son yarışa Hamilton, Massa'nın 5 puan önünde gelmişti.

Son yarış Brezilya, Massa'nın anavatanı. Uzun süredir bir yerlinin kazandığına şahit olamayan, bir önceki sene Massa'nın Kimi'ye şampiyonluğu hediye ettiği, Hamilton'ın şampiyonluğu parmaklarının arasından kaçırdığı yarış. Eğer Mclaren'in Ingiliz'i 6. olursa üstüste ikinci sene şampiyonluğu son yarışta bir puan farkla kaçıracaktı. Iki pilot için de çok ciddi psikolojik baskı kısaca. Massa, yarışa polden başlıyor ve hep önde götürüyor ama gözler Hamilton'da. Yağmurun başlamasıyla beraber ilk önce vakit kaybediyor genç pilot, sonra tekrar çıkıyor beşinciliğe. Ama birden, şaşkın bakışlar arasında, dışa kayan Hamilton, Vettel'e geçiliyor. O an şampiyonluk Massa'nın. Hamilton, bir türlü Vettel'i geçemiyor. Ama şans ona başka şekilde gülüyor. Kuru hava lastikleri ile devam eden Timo Glock, son turun son virajında hem Vettel'e hem de Hamilton'a geçiliyor. Yarışı kazandığı sırada şampiyon olan Massa ise, Hamilton'ın Glock'u geçmesiyle 1 puan geride kalıyor. Mclaren'in manevi oğlu tarihin en genç şampiyonu, Brezilya'nın bodur evladı da gözü yaşlı bir yarış galibi oluyor.

2010'un da en az yukarıdakiler kadar güzel bir sezon olması dileğiyle...

23 Aralık 2009

Mercedes GP Açıkladı: Schumi Is Back!

Çok şaşırtıcı olmasa da flaş haber olarak geçmek lazım; bu sabah, yeni adıyla Mercedes GP Petronas, ikinci pilotları olarak Michael Schumacher'i açıkladılar.

Olay üstüne okunulası şeyler:

BBC'den olaya reaksiyonların derlemesi (Herbert belli ki F1 tarihini çok bilmiyor, birilerinin Niki Lauda ismini kulağına fısıldaması lazım)

21 Aralık 2009

Petronas'tan Arka Arkaya Çalımlar

Bazen şirketinizin iyiliği için, hele de milyon dolarlar söz konusuysa, rahatça çıkıp herkesin önünde külliyen yalanlar atabilirsiniz. Örnek mi? Petronas.

1997'den beri önce Sauber, sonra BMW ile ortaklığını devam ettiren Malezyalı dev, geçen hafta takım sponsorluğu yapmayacağını duyurmuştu. Bundan sonra Formula 1 ile tek bağ olarak da Sepang pistine isimlerini vereceklerini açıklamışlardı. Kriz sebebiyle Toyota, Honda, BMW ve yarı-Renault gibi takımlar ile ING gibi dev sponsorlar bütçe kısıyordu sonuçta; Petronas'ın onlardan neyi eksikti ki. Bu duruma, son anda gride geri dönen Sauber ve Malezya'nın medari iftiharları Lotus bile bir şey diyemedi.

Ama Petronas'ın ne tilki olduğunu bu sabah gelen haberlerle görmüş olduk. Geçen hafta Formula 1'den uzaklaşan Malezyalı petrol devi, bu sabah Mercedes GP ile uzun dönemli isim anlaşması konusunda anlaştıklarını açıkladı. "Uzun dönem" ve "isim sponsorluğu"; yani takım adının Mercedes Petronas olması. Daha da basitleştirirsek toplamda 3 haneli milyon euro'lar. Böyle bir balığı kaçıran Lotus cephesinden hemen bol acılı açıklamalar gelmiş. Alex Yoong, eski F1 pilotu ve Lotus'un pilot geliştirme programının başı, Twitter'ında "Petronas'ın yaptıklarını açıklayacak kelimeler bulamıyorum" demiş. Sauber tarafından herhangi bir açıklama yok ama eminim Peter Sauber de "olsun canım" demiyordur.

Tabi Mercedes GP de göbek atmaya müsait, gözden ırak yerler arıyordur. Geçen haftaki Henkel skandalından sonra, bu tip büyük bir anlaşmaya çok ciddi şekilde ihtiyacı vardı Brawn&Haug ikilisinin. Bugünün açıklamaları bir yandan postun delinen yerini yamadıklarını gösteriyor, ama bir yandan da herkesin bildiği ama kimsenin emin olamadığı şeyi de açıklıyor sanki. Schumi, ufak ufak Mercedes tulumuna girmiş bile olabilir. Petronas, milyon euro'larını, gride son anda girmiş ve pilotsuz bir takıma mı, kendi ülkesinden bile olsa ismini başka bir araba üreticisinden alan ve Trulli ile Heikki gibi iki ortalama pilotla yarışan bir takıma mı, yoksa geçen senenin çifte şampiyonu olan, dünyanın en önemli araba üreticilerinden biri ile birleşen ve tarihin en başarılı pilotunu saflarına çeken bir takıma mı versin? Cevap ortada sanki.

Bir de şu nokta var; geçen haftaki kapsamlı Schumacher ve Mercedes yazısında da bahsettiğim kumar meselesi. Mercedes, yeni haberlere göre Schumi'ye 20 milyon pound verecek. Ama aslında bu bir yatırım, sponsor yatırımı. Komple paketin ne kadar şaşaalı ise, o kadar sponsor çekersin. Tabi bir de paketine yatırım yapıp elinde kalması riski var. Ross Brawn, bu riski aldı, anladığımız kadarınca Schumacher'i takımına kattı ve Petronas'ı da ödül olarak cebe indirdi. Yani şampiyonluğa oynamak için gereken parçalar tamamlandı; para tamam, teknik ekip tamam, pilotlar tamam.

Eminim şu anda kış testlerini en büyük hevesle bekleyen takım Mercedes Petronas'tır.

20 Aralık 2009

James Hunt: The Biography

Hep yeni olaylardan veya analizlerden ibaret olmayacak tabi ki bu blog. Aynı zamanda, belki sadece futbolun yarışabileceği kadar derin bir tarihi de var Formula 1'in.

Ilk tarihi post, yeni bitirdiğim kitap ile ilgili. Bayramda havaalanındaki D&R'da, ne okusam diye kitap avına çıktığımda karşıma "James Hunt: The Biography" kitabı çıktı. Böyle ana akım kitapçılarda adam gibi kitap-CD-DVD bulmak zordur, ben de atılan bu gollük pası kaçırmadım tabi ki. Ama o sırada elimdeki kitabın, heves ettiğimden çok daha güzel ve sürükleyici olduğunu tahmin etmemiştim.

Murray Walker'ın önsözü ile başlayan ve Gerald Donaldson'ın kaleminden çıkan kitap, son derece kendi şahsına münasır deli Ingiliz Hunt'ın çocukluğundan trajik ölümüne kadar geçen, enteresan olayların azalmadığı, güzel bir periyodu anlatıyor aslında. Bol kazaları ile Hunt The Shunt'ın F3 günlerinden "Good Lord" Hesketh sayesinde F1'e, oradan Mclaren'e ve şampiyonluğa giden yıllar, 300 küsür sayfalık kitapta uçarak bitiyor. Bu sırada Ronnie Peterson'ın üzücü ölümü ve Hunt'ın bu olaydaki iyi-kötü etkileri, Niki Lauda ile rekabeti ve dostluğu, yarışlardan sonra BBC'de yarışları yorumlaması gibi çok güzel tarihsel anektodlara insan doyuyor.

Bir yandan en formal galalara bile her daim tshirt-kot ile katılan, hayatı her an zevkle yaşamak isteyen, bol seven ve bol nefret eden, gerçekten çok enteresan bir karakteri de izliyoruz yarışların dışındaki satırlarda. Hatta herkesin yarışlardan önce kusan biri olarak bildiği adamın, çok komplike ruhsal hallerini bile öğreniyoruz.

Kitabın bir olayı da, aslında Formula 1'in ne kadar Ingiliz domine bir spor olduğunu göstermesi. Hesketh Racing araçlarının Union Jack (Ingiliz bayrağı) renkleriyle yarışması, Ingilizlerin James Hunt sevgisi, Anglo-Saxon kuralları ve James'in onlarla uymayışına dair noktalar bir yandan bu kitabın belki de tek negatif eleştireceğimiz tarafı.

Yine de 1970'lerdeki Formula 1 sahnesini, bu sırada yarışan efsane pilotların çekişmelerini, yine onların birinin gözünden görmek açısından benzersiz bir kitap bu. Her meraklıya kesinlikle tavsiye ederim. Böyle bir insanın hayatına karşı duygulanmamak imkansız.

19 Aralık 2009

Di Montezemolo Konuşursa...

Ferrari Başkanı Luca di Montezemolo, Formula 1'in Aziz Yıldırım'ı gibi. Her konuşması olay, her dediği laf tartışma konusu. Şahlanan At'ın Noel yemeğinde de yağmış yağmur çakmış şimşek. Birkaç kublesi şöyle:

- Michael ile en son Abu Dhabi'de konuşmuştum, bir kaç gün önce yine konuştuk. Bana "Mercedes ile yarışma ihtimalim oldukça fazla" dedi. Niye geri geldiğini anlayamıyorum. Sanki Michael'ın bir ikiz kardeşi var, Alman, 40-41 yaşlarında, her yönden aynılar. Ama onu tanımıyorum. Muhtemelen tifosiler çok mutlu olmayacaklar ama ben onlara yarışanın Michael değil, ikiz kardeşi olduğunu söyleyeceğim.

- Geçen sene, şansı varken geri gelememek onu çok üzdü biliyorum. Içindeki yarışma ateşini tekrar ateşledi o olay, o yüzden şimdi bu kadar geri dönmek istiyor.

- Max Mosley, özellikle de güvenlik konularında çok ciddi işler başardı. Ama son zamanlarında baya saçmalıyordu, Ferrari olarak biz bile yarışlardan çekilmeyi düşündük. Neyse ki şimdi Jean Todt gibi aklı başında biri FIA'nın başında.

- Formula 1, şu an bir geçiş dönemi yaşıyor. Burada herkes sorumluluğunu almalı ve sporumuzu, daha önce temsil ettiği gibi, en ileri teknoloji ve olumlu kurallarla donatmalıyız. Yoksa F1, F3'e döner.

- 3 yıl önce istediğimiz gün, istediğimiz yerde test yapabiliyorken, şimdi sezon içi kimse test yapamıyor. Sonra Alguersuari gibi biri çıkıyor ve ilk F1 deneyimi yarış haftasonunda yaşıyor. Şu anlık onaylasak da gelecek de böyle gidemez.

- Formula 1, trendleri yaratır, onları takip etmez. Spordan çıkan markaların, bazılarını ciddi düşünmeye yöneltmesi lazım. Herkesin omzuna çok büyük sorumluluk düşüyor.

16 Aralık 2009

Schumacher ve Mercedes GP

Uzun süredir kulaktan kulağa, blogdan bloga, siteden siteye dolaşan dedikodular yavaş yavaş gerçeklik kazanıyor: Michael Schumacher, Mercedes GP ile bir yıllık anlaşma imzalamak üzere.

En başta şunu söyleyeyim. Geçen seneki son dakika kazığından sonra, Bahreyn GP'nin gridinde onu görene kadar inanmam bu dedikoduya (veya gelecekte imzalanacak bir anlaşmaya). Yazının geri kalanı, efsane Alman pilotun, geri döndüğünü varsayarak kaleme alınıyor.

Akla gelen ilk soru şu: Schumacher geri dönme veya dönmeme kararını niye verir? Neyi kanıtlaması gerek ki daha, Formula 1 tarihinin ciddi farkla en başarılı pilotu. Yani ortada kazanacağından çok kaybedeceği şeyler var. Tabi ki kaybedeceklerinin başında üstün imajı geliyor. Geri dönüp ortalarda debelenirse, tabiri caizse, bebelere oyuncak olur. Bir de öbür türlü bakmak lazım. Post-Schumacher döneminde Hamilton, Raikkonen, Kubica gibi önemli aktörler ortaya çıktı. Gridde yer alıp Schumacher'i geçebilen tek pilot da Alonso. Eğer Schumi geri gelip bu arkadaşları yener giderse, bu sefer Formula 1 gridi çocuk yuvasına döner. Herkes "bunlar kendi aralarında yarışıyor ama adam gibi biri çıksa hepsine toz yutturacak demek ki" der ve ciddiye almaz yukarıda adı geçen adamları. Çok da haklı olarak. Ama sırf bunu dedirtmek için geri dönmek akıl karı mı?

Bence hakkıyla geri dönüşün iki sebebi olabilir. Birincisi, yarıştığı sırada da hep ağzından duyduğumuz, sonrasında da hep belirttiği gibi, Schumacher'in içinde durdurulamayan bir rekabet arzusu var. Sonuçta yapamadığı için bırakmadı ve şimdi yapamayacağına dair herhangi bir izlenimi de yok. O rekabet ateşine yenik düşmesidir başlıca sebebi. Ikinci sebebi de Mercedes GP. Ferrari ile özdeşleşen bir isim olarak, Schumi'nin geri dönüş yapabileceği tek ortam, şu andaki Merc GP ortamı. Nedir? Oluşumun başında, bütün kariyeri boyunca beraber olduğu ve sonsuz güven duyduğu Ross Brawn var. Böylece kendi etrafında takımı kurmak, nispeten kolay olacaktır (Nico Rosberg bugün açıklama yapıp Schumi'nin yardımcı pilotu olmayacağını söyledi, o ayrı). Bir nokta da Schumacher'in, Mercedes'e olan borcu. Silver Arrows, Formula 1'e çıkana kadar ona sponsor oldu, yardım etti, hatta kendi takımlarında da yarıştırdı. Ama Jordan ile başlayan, Benetton ve Ferrari ile devam eden kariyerinde (Hakkinen yılları hariç) hep Merc'leri yenerek geri ödedi Alman pilot. Şimdi bu borcu kapamanın zamanı aslında. Son olarak kim diyebilir ki 2010 öncesi Merc-Schumacher ikilisinin şampiyonluk şansı, 2009 öncesi Brawn-Button ikilisinin şampiyonluk şansından daha az?

Peki Mercedes GP niye Schumacher'i ister veya istemez? Bu takım değil miydi, daha Brawn GP ile anlaştığı gün küçük bütçelerle operasyon yapacağını açıklayan? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Peki yıllık 7 milyon euro'yu ne için vermeyi düşünüyorlar? En başta Michael Schumacher'in, en azından teoride yeni kurulmuş bir takımla, geri dönmesi en büyük PR başarısıdır, herkes seni konuşur, seni düşünür. Bu da çok doğal olarak sponsor magneti olur. Hele de Henkel'le ilgili haberlerden sonra bu önemli bir artı. Ayrıca rakiplerle karşılaştırınca, Merc'in iyi bir lineup çıkarması lazım. Hamilton&Button, Alonso&Massa, Vettel&Webber ikililerine karşı Rosberg ile diğer aday Heidfeld ikilisi zayıf kalabilir. Ama Rosberg&Schumacher ikilisinin gücü, yadsınamaz. Schumacher'in yanında, kariyeri boyunca Williams'ta sürünen ve potansiyelini ortaya koyamayan Rosberg de aslında şampiyonluk adayı diyebiliriz.

Yukarıdaki rekabetlerden bir tanesi, diğerlerinden daha önemli. Mercedes GP vs McLaren. Bu iki firma, Formula 1 tarihinin en uzun ortaklığının da sahipleri. Her ne kadar Mercedes, Mclaren'e motor sağlamaya devam edecek olsa da artık farklı yollara gitmeye karar verdiler. Yani uzun süre en yakın arkadaş olup sonra küsen iki kız gibiler. Bu ayrılığın hemen ardından, Mclaren, Button'ı ayartarak bir bakıma eski kankasının erkek arkadaşını ayartmış oldu. Yani "ilk yeni manita yapma" avantajı Mclaren'de. Mercedes de mekanın kapısından "o ünlü yakışıklı playboy"la girerek cevap vermek istiyor. Yani susuzluk hiç bir şeydir, psikoloji herşey.

Henkel olayına değindik, sponsorluk olayına biraz daha geniş bakalım. Virgin ve Brawn birlikteliği, sezon sonu noktalandı. Henkel ile yapılan 90 milyon euroluk anlaşma da patlak çıktı. Yani aslında bütçede kocaman bir boşluk var. Şu andaki sponsorları kim bilmiyoruz ama bu halde Mercedes'in Schumacher'i kendi kampına çekmesi, ciddi bir risk. Yani ya 7 milyon euro'yu verecekler ama ciddi sponsor çekecekler ya da verdikleri yıllık ücret ile kalacaklar.

Schumacher'in kararının bir etkisi daha var. Mercedes'in aportunda bekleyen Heidfeld ile başlayan ve zincirleme bir şekilde hangi takımın kimle yarışacağını ortaya çıkaracak bir pilot marketi var. Buraya ek olarak Kubica'nın Renault'dan ayrılma ihtimali var. Yani sezonun başlamasına 90 günden az kala durumlar hala karışık.

Toplamak gerekirse bu sene hem Mercedes GP hem de Michael Schumacher için ciddi bir sınav. Mercedes GP, 50'lerden beri ilk defa fabrika takımı olarak gireceği Formula 1'de ya Brawn'ın mirası ile ileriye gidecek ya da özellikle bütçe sıkıntıları ile başaltı bir pozisyona düşecek. Schumacher de ya gençlere maskara olacak, ya da Niki Lauda'nın 1984'te yaptığı gibi bir come-back şampiyon olarak tarihe bir kez daha altın harflerle kazınacak.

15 Aralık 2009

Futbolun Schumacher'i

"O, kaybedebileceğim en iyi kişiydi. Futbolun Schumacher'i diyebiliriz"

Button, BBC Sports Personality of the Year ödülünü Ryan Giggs'e kaptırdıktan sonra, hem Giggs'i hem de Schumacher'i ne kadar üstün gördüğünü ortaya koyuyor belki de istemeden. Schumacher, belki de bu sene rakibi olabilir.

14 Aralık 2009

Formula 1'de Yeni Puan Sistemi

Merhaba, hayırlı olsun, iyi şanslar, bol yazılar, bol okumalar...

Monaco'daki Dünya Motor Sporları Konseyi (WMSC), 2010 sezonundan itibaren Formula 1'de uygulanacak yeni puanlama sistemini açıkladı. Böylece daha önce ilk 8'e verilen puanlar, ilk 10'luk dilime yayılmış durumda. Önce matematiksel olarak bakalım, daha sonra anlamlarına ve beğenimize geliriz.

1. 10 yerine 25 puan = 2.5 kat
2. 8 yerine 20 puan = 2.5 kat
3. 6 yerine 15 puan = 2.5 kat
4. 5 yerine 10 puan = 2 kat
5. 4 yerine 8 puan = 2 kat
6. 3 yerine 6 puan = 2 kat
7. 2 yerine 5 puan = 2.5 kat
8. 1 yerine 3 puan = 3 kat
9. 0 yerine 2 puan
10. 0 yerine 1 puan

Verilen toplam puanlar da 41 puandan 95'e çıkmış durumda (2.3 kat). Bu görünüşe bakınca, bir katsayımı çarpımı dışında, galibiyetin verdiği puan avantajı aslen değişmemiş durumda. Podyum altı ile podyum arasında nispeten daha fazla fark oluşturulmuş. Basit bir değerlendirme ile, başa oynayan 2-3 pilot ile hemen altındakilerin arası daha kolay açılacak.

Biraz da amacına bakalım. Formula 1'de sezon sonunda dağıtılan TV gelirleri, takımların aldıkları puanlara göre dağıtılıyor. Bu, her sporda olduğu gibi F1'de de önemli bir gelir kapısı olduğu için, çok hassas bir konu. 26 aracın gridde yer alacağı 2010'da, küçük takımların da ağzına bal çalmak, onlara da savaşabilecekleri bir şey vermek bu uygulamanın asıl amacı. Mantıksız olduğunu da iddia etmeyeceğim. FIA, küçük takımların da puan ve doğal olarak gelirlerden pay almasını sağlamaya çalışıyor. Şu an itibariyle, yeni takımların ilk 8'e girmesi zor, belki ilk 10'a sezonun ilerleyen zamanlarında. Puan alamazlarsa da TV gelirlerinden nemalanamayacaklar. Bu da, özellikle yeni 4 takım için, çok büyük bir sıkıntı. Hatta geleceklerini bile tehlikeye sokabilir (ki bazılarının varlığı şu anda bile tehlikede). Honda, Toyota, BMW gibi takımları yakın geçmişte kaybeden F1, daha fazla takım sirkülasyonuna girmek istemiyor haliyle. Bir de FIA'nın bu 4 takıma bir bakıma borcu var. Gridde yer almak için başvurular alınırken FIA, bütçe sınırlaması (budget cap) konusunda ciddi yol almış ve seçeceği takımların daha eşit bir zeminde mücadele etmesini neredeyse sağlamıştı. Daha sonra büyük takımların da baskısı ile bütçe sınırlaması kalktı ve bu 4 takım, hayatlarına 1-0 geriden başlıyorlar. FIA, attığı kazığı böyle telafi etmek istemiş olabilir.

Tarihsel açıdan bakalım bu karara. Formula 1 gridi ilk defa 26 araçla sıralanmıyor sonuçta. Mesela 1990 sezonunda 20 takım var gridde. Ve sadece ilk 6 puan alıyor. Zaten çoğu takım ve pilot da puan alamadan sezonu kapıyordu. Ama o zamanlarla modern Formula 1 arasında ciddi bir fark var: Dayanıklılık. Eskiden araçlar çok daha fazla yolda kalıyor, çok daha fazla kazaya karışıyor ve böylece arka sıralarda bulunup yolda kalmayı beceren araçlar daha fazla puan topluyordu. Dayanıklılık sorunları hala tam olarak giderilmese de, artık yol kenarına çekip duran araç sayısı (özellikle de başa oynayan takımlarda) ciddi düşüşte. Bu da arkadakilerin puan almasını zorlaştırıyor doğal olarak.

Peki bu puan sistemi değişimi yarışları heyecanlandıracak mı? Ben pek zannetmiyorum. Sonuçta değişen çok bir şey yok aslında. Puan dağıtımı, 2003'te ilk 6'dan ilk 8'e çıkarıldığı zaman, verilen puanların arasının kapanması sonucunda, hızdan çok dayanıklılık ödüllendiriliyordu. Yani yarış kazanmak, ikinciden 4 değil 2 puan fazla getiriyordu örneğin. Bu yüzden de ikinci olan, birinciye atak yapmak için motive edilmiyordu. Bu değişmedi. Sadece arkada yaşanan puan savaşı kızışabilir. Geriye dönük hesap yaparsak, yakın puan aralıkları ile biten son bir kaç sezonun sonucuna etki etmediğini görebiliriz yeni puan sisteminin.

Peki yeni puan sistemi, alternatiflerine göre nasıl bir pozisyonda? Eski puan sistemi ile karşılaştırınca, yeni takımların da hayatlarını sürdürebilmeleri açısından bir şans. Burada aklıma takılan, bu puanların midfield'daki takımlardan arkadaki takımlara kadar nasıl gideceği? Aslında hala yeni takımların ilk sezonlarını puansız kapamaları azımsanmayacak bir ihtimal. Bu noktada, belki TV gelirlerinden çok da büyük olmayan bir bütçe ayrılır ve yeni takımlar için bir havuz oluşturulabilir. Kendi aralarındaki rekabete göre de bu havuzdaki para dağıtılabilir. Tabi büyük takımlar buna okey derse. Yani neredeyse imkansız. Bir de geçen sene Bernie Ecclestone'un önerdiği madalya sistemi vardı; yarış galibiyetlerine olimpiyat tarzı madalya verilmesi ve en çok madalyası olanın sezon sonunda şampiyon olması. Buradaki sıkıntı da galibiyetin fazlasıyla önemli olması ve podyum dışındaki (madalyasız kalan) pozisyonların yeteri kadar önemlendirilmemesi. Yani yeni puan sistemi, henüz aksiyon halinde görmesek bile mantıklı geliyor.

Bir fikir de bizden gelsin (şu an işkembeden sallıyorum, tamamen orjinal bir fikirdir). Yarışlarda iki önemli kriter var; biri hız, öbürü dayanıklılık. Ben derim ki, ikisine birden puan verilsin. Nasıl mı? Gridde bulunan her araca, yarıştaki pozisyonuna göre puan verilsin, basketbolda yenilenin de puan alması gibi. Puan almayan olmasın. Örneğin kazananın 50, sonuncunun 1 puan aldığı bir sistem olsun. Böylece araçların hızı karşılaştırılmış olsun. Bunun yanında her pilot, bitirdiği (yani finiş çizgisini geçtiği) her yarış için de belli bir puan alsın. Bununla ilgili birden fazla fikir var aslında aklımda. Mesela ardarda bitirilen yarış sayısı kadar puan alınması (yani 5'i geçmeyecek şekilde 3 yarış üstüste bitirebilenin 3 puan alması gibi), belli sayıda yarış bitirmesi mecbur olan yürüyen aksamın ömrünü sağlam tamamlaması durumunda belirli bir sayıda puan verilmesi gibi. Ayrıca her yarışın en hızlı turunu atana da belli bir puan verilebilir, böylece pozisyon için savaşmayanların bile hızlı gitmek için bir motivasyonu olabilir. Iki farklı taraftan puan alınıp onların toplanması bana çok saçma gelmiyor açıkçası. Zaten şu anki puan sistemiyle tarihsel istatistiklerin bir anlamı kalmayacak, o halde büyük bir sıkıntı görmüyorum.

Ilk yazıyı da böyle bir fikir ile bitirmiş bulunuyoruz. Niyetimiz hem kendi aramızda, hem siz motorsporları meraklılarıyla beraber konuları tartışmak. Yorum bölümü er meydanı. Çekin klavyeden kılıçları, aramıza katılın.

Related Posts with Thumbnails